24 Haziran 2014 Salı

Beyoğlu Belediyesi,Kısa Film.

    Beyoğlu Belediyesi Gençlik Merkezi ve Bilgi Evi'nin ev sahipliğini yaptığı,Filmarası dergisi kadrosundan hocaların yetiştirdiği genç sinemacı öğrencilerin,sinemaya gönül vermiş yetenekli insanların,eğitim sezonlarının bitimi için hazırladıkları galadaydım dün akşam.Her biri çektikleri kısa filmlerle,bu işi gerçekten de sahiplendiklerini ortaya sermişler.Galada 11 kısa film gösterildi. Gösterim sonrası tüm öğrenciler sertifikalarına kavuştu ve ödüller verildi.Beyoğlu Belediyesi'nin katkılarıyla verilen bir eğitim olduğu için,ödül alan öğrencilere plaketlerinin yanında,Galata Kulesi maketi de hediye edildi.Yalnız bu maket bilinen maketlerden değil,son derece şık ve hoş :) Gösterilen kısa filmlerden  3.lük ödülünü alan kısa filmi sayfamda yayınlayacağım.Hepsi birbirinden güzel filmlerdi elbette lakin bir tanesi,özellikle Galata'ya olan bakış açımı değiştirmemde etkili oldu.Bu nedenle önce ondan başlamak istiyorum..
  Filmde anlatılmak istenen mevzu,küçük yaşında babasını kaybetmenin travmasını yaşayan,Beyoğlu sokaklarında meczup halde dolaşan bir gencin Galata Kulesi'ni babası sanması üzerine.. Bu kısa filmi izledikten sonra Galata Kulesi artık İstanbul'un babasıdır gözümde :) Yalnız sayfama linkini ekleyemiyorum,yasal gizlilik nedeni çıkıyor youtuba'da karşıma.Bu nedenle yalnızca 3.lük ödülü alan Beş Beyoğlu filminin linkini paylaşabiliyorum.


İzlediğim en eğlenceli kısa filmlerden biri oldu kendisi,3.lük plaketini de haketti..
https://www.youtube.com/watch?v=NibryLpPKKM


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Cannes 2014! Altın Palmiye..

  Belliydi.. Beklenendi.. Uzun süren Cannes yolculuğu neticesinde 2014 yılının güzel mayıs ayında kavuştu Altın Palmiye'ye Türkiye.. Aslında bu olayı Türkiye'ye mal etmek tamamen yanlış.Bu bir ülkenin değil,bir insanın başarısı.. Nuri Bilge Ceylan FIPRESCI ödülünden sonra adım adım yaklaştı zaten Palmiye'ye. Cannes'da dakikalarca ayakta alkışlanması haberleri,filme verilen yüksek puanlar umutlarımızı güçlendirdi.
  Her ne kadar jüri başkanına ve genel jüriye hitap etmeyebilir tarzında ufak ufak ümitsizliklerimiz olsa da,nihayet er kişinin hakkı verildi.! Seni seviyoruz Nuri Bilge! Seninle gurur duyuyoruz Nuri Bilge!




16 Nisan 2014 Çarşamba

Köksüz

  Bir Deniz Akçay filmi.Bir ilk film.Bir muhteşem ilk film.
Yalnızca bunu yazıp bile bırakabilirim yazımı.Bence yukarıdaki ilk satır gayet net özetliyor.

   Köksüz,izlediğim güzel filmlerin içinde yerini buldu.Bunda elbette oyuncuların da payı var.
Babasız bir ailede yaşayan üç kardeş.. Ahu Türkpençe,abla Feride rolünde.Ergen bir erkek ve ilköğretim çağında bir kız kardeşi var.Annesi ise,üç çocukla yalnız kalmış olmanın verdiği büyük yükle tabir-i caizse kafayı yemiş.Sinirli,sürekli söylenen,huysuz bir kadını oynuyor.Fakat bu çocuklarının ona olan sevgisinden bir şey götürmüyor.
Evin tüm yükü neredeyse Feride'de.32 yaşında ve bekar.Evlenmeye karar verdiğinde ise -ki evlenmeye karar verdiği kişi tamamen mecburiyetten ve o evden kurtulma isteğinden- başta annesi ve erkek kardeşinden ciddi tepkiler alıyor.
Aslında bana göre Köksüz ,tam da hayatta olanı yansıtıyor.
Babalarının onları terk ettiğini filmin sonlarına doğru anlıyoruz.Başlarda, belki de ölmüştür izlenimi yarattı bende.
Sıradan bir film gibi görünse de,verdiği mesaj çok dokunaklı.
İstemeyerek,hiç ilgi duymadığı iş arkadaşıyla evlenmek zorunda kalan -kimsenin bir zorlaması yok fakat bundan başka çaresi yok- Feride'nin sırtlandığı yükün altında nasıl cebelendiğini gayet güzel hissettirmiş yönetmen.
Dertli bir anne,sorunlu bir erkek kardeş ve hiç sevmeyeceği,onun yanına dahi yakışmayan bir eş..
Kına gecesinde bir yandan zeybek oynarken diğer yandan göz yaşı dökmesi ya da tam olarak dökmese de göz yaşlarını tutması diyelim,her genç kızın aileden ayrılıyorum felsefesinin sonucunda oluşturduğu bir gözyaşı değil.İşte en çok da burada hissediyorsunuz filmin tüm anlatmak istediğini.

   Bitiminde ayakta alkışlanası bir film Köksüz.Mutlaka seyredilmeli.



Sinirlenmeyeceğim!

  33.İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen,İran sinemasına ait bir film Sinirlenmeyeceğim.Berlin'de de gösterim yapmış olduğunu eklemek istiyorum.Filmi izlemeye gitmeden önce elbette hakkında biraz okudum fakat filmi izledikten sonra okuduklarıma ek olarak ben de yazmak istedim.

   Filmin yönetmeni Reza Dormishian.İlk kez duydum kendisini ve ilk kez filmini izledim.Sanırım bu filmden önce iki filmi daha varmış.Aslına bakılırsa kendisini tanımıyor olmamı doğal buluyorum.Bundan sonra filmlerini ilgiyle takip edeceğimi ise kesinlikle eklemem gerek.
Ben bu filmi çok sevdim. Konusu ara ara ''buna ne gerek var ki?'' dedirtse de,filmin çekim aşamaları bana Slumdog Millionaire'i hatırlatsa da,filmdeki ısrarcı bu saf aşkın bir sebebini bulamasam da -hoş,aşkın hiçbir zaman gerçekçi bir sebebi olmamıştır zaten- beni düşündüren ve duygulandıran bir filmdi.
Festival filmi dediğin düşündürmeli zaten.Fakat bu filmde, film boyunca Navid isimli baş karakterin,sevdiği kız olan Setareh'ye bağımlılığını yargıladım.
  Navid ve Setareh üniversitede tanışıyorlar.Navid ,üniversitede karıştığı olaylardan dolayı okuldan atılıyor.Setareh okumaya devam ederken Navid ile birlikte 4 yılı nişanlı vasfıyla deviriyorlar.Her ikisi de birbirlerine son derece aşık.Navid okuldan atıldığı için iş bulma derdinde fakat ne yazık ki İran ekonomisi bir yandan,Setareh'nin,kızını zengin bir adamla evlendirme derdinde olan babası diğer yandan Navid'e yüklendikçe yükleniyor hayat.
  Kendini kontrol etmekte zorlanan Navid ise doktorun ona verdiği haplarla bir nevi ayakta duruyor.Hayal dünyasında sürekli ona zorluk yaşatan insanları dövme isteği ile karşılaşıyor.Kendi kendine 'sinirlenmeyeceğim' telkinleri vererek hayata adapte olmaya çalışıyor.
Her şeyini kaybetmeye razı.Tek şey dışında,o da Setareh..
Ve zaten başına ne geliyorsa da bu vazgeçemediği aşkından geliyor.
    İzlerken ara ara sıkıldığım olsa da (bazı sahneleri gereksiz bulduğumdan kaynaklanabilir),film bütünüyle izlenilesi.Son sahnesi oldukça duygu yüklü.

   Film bitiminde salona gelip sorularımız yanıtlayan yönetmen Reza Dormishian gözlemlediğim kadarıyla umutlu bir yönetmen.Filmi hakkında konuşurken de son derece ne istediğini bilen biri gibi geldi bana :) Seyircilerden kendisine yöneltilen ''Türkiye'nin siyaseti hakkında ne düşünüyorsunuz?'' tarzı soruya verdiği ''Ben Türkiye'nin ancak sineması hakkında konuşabilirim.'' cevabı ise içimde onu alkışlama isteği yarattı.

   Bu film izlenir derim.
   Hoşça kalın.

 

14 Nisan 2014 Pazartesi

Alive Museum (Canlı Müze)

  Alive Museum,yani Canlı Müze,adından da gayet belli olduğu üzere içindekilerin ''canlı'' olduğu bir müze.Aslında tam olarak canlı değil,canlı süsü verilmiş.Tamam tamam çok uzattım,bildiğiniz 3 boyutlu fotoğrafların olduğu bir müze.
   Peki nerede mi? Vialand'de.Vialand ise Alibeyköy'de.Alibeyköy'ü bilmeyen çoktur ama Vialand'i bilmeyen,duymayan yoktur diye tahmin ediyorum.Bu biraz da,'artiZ ne arar la Alibeyköy'de?' diyebileceğimiz bir durum.Gelişiyor işte buralar da.Yakında,hatta 3-4 yıla kalmaz bir Nişantaşı kadar lüks olabilir korkarım.Orada oturduğumu duyan insanların 'sizin buralardan ev almak da dert artık' dediklerine bakılırsa,kesin lüksleşti,kesin! Her neyse.Daha önce Fox haberde izlemiştim burnumun dibindeki müzeyi fakat hiç gidesim yoktu ne yalan söyleyeyim.Fazla çocukça gelmişti.3 boyutlu fotoğrafların eğlenceli olabileceğini bu denli tahmin etmemiştim.
   Arkadaşımın isteği ile girdim.Giriş ücreti kişi başı 20 TL. Girdikten sonra ne kadar dilerseniz kalabiliyorsunuz.İçinde ise,Obama,Marilyn,Van Gogh gibi dünyaca ünlü isimlerin üç boyutlu resimleri;Monalisa tablosunun çakması fakat içinde ufacık tefecik (görebilene) detayı,sizi bir köpek balığının ağzındaymış gibi gösteren eğlenceli fotoğraflar,ya da bir evin duvarına tırmanıyormuşcasına poz verebileceğiniz tarzda eğlenceler var.En iyisi fotoğraflarla anlatmak.. Gittiğime hiç pişman olmadım.Böyle bir müzeye gittiğim için de gayet eğlendim.Tavsiye ederim :)








6 Nisan 2014 Pazar

33.İstanbul Film Festivali

  Ve yine geldi.İstanbul Film Festivali dün itibari ile başladı.20 Nisan'a kadar,Beyoğlu Atlas,Pera Müzesi,Kadıköy Rexx,İstanbul Modern,City's gibi mekanlarda 200'e yakın festival filmini izleme şansını yakalayabilirsiniz.
  Uzun süredir merakla beklediğim Büyük Budapeşte Oteli'de festival filmlerinden ve bu şahsım adına çok heyecan verici. Festivalin bütün ayrıntıları İKSV'nin sitesinde bulunmakta.Hatta Vodafone'lular için extra bir güzellik mobil olarak da yararlanabiliyorsunuz.
Meraklısına ve araştırmak isteyenlere festivalde çıkacak filmlerin listesi aşağıda yer almakta.
http://film.iksv.org/tr/filmlistesi

  Cem Altınsaray isimli Twitter kullanıcısına ait harika bir sözle ayrılmak istiyorum:
''Film izlemeyi sevmekle sinemayı sevmek aynı şey değil maalesef.Film izlemeyi sevmek vakti değerlendirmeye dairken,sinemayı sevmek hayatı değerlendirmeye dairdir..''

 Nasıl da haklı değil mi?
 O halde,yaşasın sinema! Yaşasın festivaller.

18 Mart 2014 Salı

Neden Hala Silsile'ye Gitmiyorsunuz?





   Recep İvedik gibi saçma sapan filmlere gidip,küfür hanenize ekstra küfürler yüklemektense ve Türk sinemasına katkı yapıyorum diye geçiniyorsanız hala,bence önceliğinizi bu filmden yana kullanın derim.Geç bir yazı oldu ,7 martta vizyona girdi fakat etrafımda hala Düğün Dernek ve Recep İvedik saçmalığı filmlerine gidenleri gördükçe ,ben kamu spotu niyetinde uyarımı yapmak istedim.Tardu Flordun nasıl harika oynamış hiç mi merak etmiyorsunuz?

5 Mart 2014 Çarşamba

Düşüş,2.

  Paris' e mi döneceksin? Paris uzak,Paris güzel,unutmadım onu.Onun akşamüstlerini anımsıyorum,hemen hemen aynı dönemde.Akşam iner,kupkuru ve çatır çatır,dumandan mavileşmiş çatılara;kent için için homurdanır,nehir tersine akıyor gibidir.O zamanlar ben sokaklarda avare dolaşırdım.Şimdi onlar da dolaşıyor, biliyorum! Dolaşıyorlar,bıkkın kadına,asık suratı eve doğru acele gider gibi görünerek...
  Ah! Dostum,büyük kentlerde avare dolaşan yalnız kişi nedir,bilir misin?


Albert Camus

Düşüş

    Şurası muhakkak ki,kendi üzerimdeki uzun araştırmalardan sonra insanın yaratılışındaki o derin çift yönlülüğü gün ışığına çıkardım.O zaman,belleğimi kaza kaza ,alçakgönüllülüğün parlamama,küçülmenin yenmeme ve erdemin ezmeme yardım ettiğini anladım.Barışçı yollarla savaş açıyordum ve en sonunda,çıkar gütmezlik yoluyla,göz diktiğim her şeyi elde ediyordum.Örneğin,insanların doğum günlerimi unutmalarından hiç yakınmıyordum;dahası,bu konuda ağzı sıkı davramama belli bir hayranlıkla şaşıp kalıyorlardı.Ama benim çıkar gütmezliğimin nedeni daha da gizliydi:Ben bu konuda kendime acıyabilmek amacıyla unutulmayı istiyordum.İyi bildiğim,hepsinden şerefli olan tarihten günlerce önce tetikte duruyordum,hata edeceklerini umduğum kimselerin dikkatini ve belleğini uyandırabilecek hiçbir sözü ağzımdan kaçırmamak için dikkat kesilmiş durumdaydım.(Bir gün bir ev takvimine antika süsü vermek istememiş miydim?) Yalnızlığım iyice kanıtlandığına göre,kendimi erkekçe bir hüznün güzelliğine bırakabilirdim..

Albert Camus

3 Mart 2014 Pazartesi

And the Oscar goes to..

   86.Oscar ödülleri 2 Mart gecesi (Amerika'ya göre),sahiplerini buldu.Ellen de Generes'in sunumuyla -ki kendisi yıllar önce bir kez daha sunmuştu- son derece eğlenceli bir ödül töreni oldu.
   2014 Oscar'a damgasını vuran film Sandra Bullock ve George Clooney'nin baş rolleri paylaştığı Gravity oldu.Bu,en iyi film ödülü aldığı anlamına gelmiyor zira en iyi film ödülünü 12 years a slave kaptı. En iyi erkek oyuncu ödülünü Dallas Buyers Club filmi ile Matthew McConaughey alırken,bir Woody Allen filmi olan Blue Jasmin ile Cate Blanchett en iyi kadın oyuncu ödülünü kucakladı.
Sevindirici olan,gerçekten de çarpıcı bir senaryoya sahip olan ve Joaquin Phonix'in muhteşem oyunculuğu ile bütünleştirdiği HER filminin de törenden  bir ödül ile ayrılması oldu.HER filmi,2014 Oscar ödüllerinden en iyi özgün senaryo ile ayrıldı.
Gravity,en iyi yönetmen,en iyi kurgu,en iyi görüntü yönetmeni,en iyi özgün müzik,en iyi ses kurgusu,en iyi ses mikasjı,en iyi görsel efekt dallarında toplam 7 ödülle ayrılırken;12 years a slave filmi,en iyi film,en iyi uyarlama senaryo ve Lupita Nyong'o ile en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında toplam 3 ödüle sahip oldu.
Yabancı dilde en iyi film ödülünü La Grande Bellezza kazanarak İtalya'ya Oscarcığı götürme onuruna erişti.
Dallas Buyers Club ile en iyi yardımcı oyuncu ödülünü Requiem for a dream filminde gönüllerimizi fetheden Jared Leto sahiplendi.
En sevdiğim filmlerden olan The Great Gatsby ise en iyi yapım ve kostüm tasarım dallarında 2 ödül sahibi oldu.
Beni şaşırtan Leonardo Dicaprio'nun ödül alamaması.
   Ellen De Generes'in kendi twitter adresinden yayınladığı,geceyi en özetleyen ,eğlenceli bir fotoğrafla veda ediyorum.Bir Oscar'ı daha geride bıraktık :)

28 Şubat 2014 Cuma

İstanbul Modern

  Kendisi Tophane'de,Tophane-i Amire'nin 250 metre ilerisinde bulunmaktadır.Muhteşem sergilere ev sahipliği yapmaktadır.Burada İstanbul Modern'den bahsetmeyeceğim,zaten bilen bilir.Yalnız şu muhteşem fotoğrafları koymasaydım gece uyuyamazdım.. Harika değiller mi ama? Portekizlilerin şemsiye dolu gökyüzüne 10 basar mı? Bence basar. Tabii açık havada olması daha da güzel olurdu ama yine de şemsiyelerden daha hoş bir manzara.(Emine Şen'in tabiri ile)  ''Kitaplar düşsün kafamıza kafamıza..''



24 Şubat 2014 Pazartesi

Mavi En Sıcak Renktir.

  2013 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye alan bir filmden söz edeceğim.Biliyorum oldukça geç,2014 Cannes'ın başlamasına 3 ay kaldı.Fakat geç olmasındansa,hiç olmaması daha iyidir.

    Söylenilenlere göre Cannes Festivali,tarihinde ilk kez LGBT temalı bir filme ödül vermiş.Araştırmadım bizzat,araştırmaya da gerek duymadım. Orijinal ismi ''La Vie d'Adele'',yani Adele'in hayatı. Orijinal isminden de anlaşılacağı gibi,Adele isimli bir genç kız söz konusu.Ve işin tuhaf yanı,Adele'i oynayan oyuncunun gerçek ismi de Adele.Kendisini ilk kez tanıdım,oldukça da genç bir oyuncu.Fakat sizi temin ederim gördüğüm,şimdiye dek izlediğim en doğal oyunculuk sergileyenlerden biri.Filmin konusu,Adele,lise 3.sınıfta cinsel deneyimler yaşamaya başlıyor.Bir erkek arkadaşı ile birlikte oluyor fakat bu olay sonucunda evine dönüp hıçkırıklara boğuluyor.Çünkü karakter,aslında erkeklere ilgi duymadığını sonradan fark edecek. Oldukça da güzel ve gizemli bir kız.Yalnızca erkeklerin değil ,kız arkadaşlarının da ilgisini çeken tipten. Adele Exarchopoulos'u merak edenler için: http://en.wikipedia.org/wiki/Ad%C3%A8le_Exarchopoulos
Bir okul çıkışında kız arkadaşlarından biriyle yaptığı konuşma neticesinde,aniden gelişen öpüşme,Adele'e kimliğini bulma konusunda son noktayı koyuyor.O aslında bir lezbiyen!
   Paris'te gece yarısı,Soysuzlar çetesi gibi filmlerden aşina olduğumuz Lea Seydoux ise,filme  bizim ülkemizde ismini veren karakteri,Emma'yı oynuyor.Hem de ne oynama!Gerçekten bir karaktere bürünmüş,film boyunca bunu size öyle bir hissettiriyor ki,ara ara bu kadın acaba sahiden de lezbiyen mi diye sormadan duramadım.
Emma'nın Mavi ile ne ilgisi var sorusunun tek cevabı : Emma'nın saçları mavi.

   Adele filmin başlarında erkek arkadaşı ile buluşmaya giderken,kalabalık bir yolda Emma ile göz göze geliyor.Emma,Adele'in rüyasına giriyor ve Adele,lezbiyenliğe yatkın olduğunu anladıktan sonra Emma'yı aramaya başlıyor.Nitekim buluyor da.Bir gay cafesinde.
Emma,üniversitede güzel sanatlar okuyan bir karakter.Adele ile birbirlerine inanılmaz bir bağla bağlanıyorlar.
Filmde,sevişme sahneleri de gayet gerçekçi.Hatta gerçek.Bütün hatlarıyla yönetmen her şeyi sergilemiş.Oyuncular da büyük cesaretle oynamış.Fakat konusu o kadar romantik ki,bu sahneler gözünüze anlamlı görünmeye başlıyor bir müddet sonra.
   Mavi en sıcak renktir temalı filmde Emma'nın film boyunca saçlarının mavi haliyle kalacağını umardım.Fakat yıllar geçiyor,Adele mezun olup,anaokulunda öğretmenlik yapmaya,Emma ise sergi açma çalışmalarına başlıyor.Fakat Emma artık mavi saçlı değil.
Yıllar geçtikçe,bu tutkulu aşıkların yolları farklı yöne seyiriyor ve burada hep üzülen zavallı,ufak,duygusal ve romantik Adele oluyor.
Genel festival filmlerinin tersine sonu da gayet anlamlı bitiyor.Sıkılabileceğiniz tek şey,filmin 180 dakika olması.Buna itiraz edilmezse,izlenilmesini şiddetle tavsiye ederim.



 



18 Şubat 2014 Salı

Livaneli

   .......
  Gözyaşları içinde kızın dudaklarından ayrıldım,duymayacağını bile bile ona usulca ''Özür dilerim'' dedim.
''Özür dilerim.'' Gerçekten de benliğimin en derin pişmanlığıyla ondan özür dileyerek yataktan çıktım,odama gittim.Koltuğa oturup düşünmeye başladım.Başlangıçta her şey ilginç ve vakit geçirtici bir oyundu.Kızla,kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak,onu şaşırtmak,hayal kırıklığını yansıtan o güzel altdudağını izlemek çok tatlıydı.Birdenbire modern bir Binbir Gece Masalı'nın içinde buluvermiştik kendimizi.Ne var ki kısa sürede efendi ile kölenin rolleri değişmiş ama  bunu güç değil,tam tersine güçsüzlük sağlamıştı.Ağır akan su kayayı oymuş,kardelen çiçeği donuk toprağı delip başını çıkarmış,zarafet kabalığı yenmiş,dişilik bir kez daha erkek üzerindeki yumuşak zaferini sessizce ilan etmişti.Ve nihayet o masal prensesinin uyurken dudaklarıma kenetlenen dudakları,en büyük mutluluğum ve en büyük felaketim olmuştu.
Kurbağanın bir öpücükle prense dönüşmesi,yaz ormanlarındaki kayın ağaçlarının serinliği,Olga'nın durgunluğa kapılmadan önceki o ilahi gülüşü,gençlik kahkahaları,''Via Con Me'',işaret parmağımın nasır bağlamış ucu,şaha kalkan atın gökyüzünü kapatan yelesi,anladığım sözcükler,anlamadığım sözcükler,yeryüzünü beyaz bir yorgan gibi kaplayan kar...Hepsi birden,kaybedilen bütün yılları geri getirmek istercesine telaşla çarpan bir yüreğin ritmine eşlik ettiler.
  Şafağın kızıl ışıkları,son hikayesini anlatmış,sözlerini ve yüreğini tüketmiş olan Şehrazad'ı oturduğu koltukta buldu.Yine kıpırdamadım.Horozlar ötüyordu.Moskova'daki otelin neşeli horozu gibi değil,bir ayrılık ağıdı söyler gibiydiler.
  Güneş yükselmeye başladığında aşağıdan tıkırtılar geldi.Kız kalkmıştı,belki de beni rahatsız etmekten çekinerek hazırlanıyordu.Biraz sonra yalnız sokak kapısından değil,hayatımdan da çıkıp gidecekti ve ben onu bir daha hiç göremeyecektim.
  Gitti!
                   

                                                                                                     Kardeşimin Hikayesi

6 Şubat 2014 Perşembe

Berlin Uluslararası Film Festivali

  Tam da bugün! Berlin Uluslararası Film Festivali,yani Berlinale (http://www.berlinale.de/en/HomePage.html)
bu akşam kapılarını açıyor.10 gün sürecek olan festivalin açılış filmi ise Wes Anderson'a ait olan Büyük Budapeşte Oteli.
  Wes Anderson filmleri zaten oldum olası festival havası taşıyor.Evet bu bir öznel yorumdur.Fakat sanmıyorum ki başkaları tersini düşünsün. 2007 yılında yayınladığı kısa filmi Hotel Chevalier'in zaten amaçsızca bitmesi değil mi onu festivallik yapan.Gerçi o kısa filmdi. Lakin yalnız bununla kalınsa iyi,Moonrise Kingdom 2 yıl önce Cannes Film Festivali'nde açılışı yaptı. Bu da ben de şöyle bir düşünce oluşturdu,Wes Anderson'ın tüm filmleri adeta açılış-lık. İstanbul'a 33.İstanbul Film Festivali'nde gelecek olan Büyük Budapeşte Oteli filmi,fragmanı ile bile beni heyecanlandırmaya yetti.Nasıl yetmesin,kimler oynamıyor ki içinde? Ralph Fiennes,Owen Wilson,Jude Law,Adrien Brody ve Edward Norton sadece beşi. Peki ne mi anlatıyor bu film?
  1920'lerin Avrupası'nda (Budapeşte) büyük bir otelde yıllardır görev yapan Gustave ile yakın arkadaşı lobi görevlisinin maceralarını.
  İstanbul Film Festivali Nisan ayında başlıyor,henüz şubat ayındayız.Ve bu benim için gerçekten işkence. Bu akşam Berlin'de olmayı deli gibi isterdim. İşte size Berlin'in açılış filmi olan Wes Anderson harikasından bazı fotoğraflar:
 



3 Şubat 2014 Pazartesi

Para

   Uzun süredir yalnızca çocuk oyunlarını sahneleyen Gaziosmanpaşa Ferih Egemen Sahnesi ,yenilendi,tadilatı bitti ve yeniden tüm oyunlara sahnelerini açtı.
   Aslında yenilenmesine yenilenmiş fakat dün oynanan Necip Fazıl eseri Para oyununda,ufak bir talihsizlik yaşandı ve bu da bizde ''demek ki henüz tam olarak yenilenememiş'' izlenimi uyandırdı.Oyun başlar başlamaz bozulan perde,5 dakika uğraşlara rağmen açılamayınca ,tüm izleyenler tekrar fuayeye alındı.10 dakika geçtikten sonra yeniden yerlerimizi aldık.Ve bu kez perde tamamen yoktu.Bu nedenle de aralarda ki geçişlerde sahne karartılmasına rağmen ,dekor değişimlerini görmek oyunun büyüsünü bozdu elbette.Perde arasında ortada bir perde olmadığı için ara boyunca sahneyi izlememiz de cabası.Fakat bu tarz teknik aksaklıklar bir tiyatro sever için engel değil.Neticede henüz izleyiciye açılmış bir sahne,olası kazaları görmezden gelmek gerek.Ayrıca oyun da son derece akıcı ve etkileyici idi.Hal böyle olunca ortada hiçbir kusur kalmıyor.
   Bir banka müdürü olan ,aile babasının iş yerinde çevirdiği tabir-i caizse hafif karanlık işler,kendisine bire bir benzeyen bir ayyaşın bulunması neticesinde ört pas edileceğe benzer.Müdürün,şahsına özel bir casusu vardır ve gerek iş arkadaşları gerek ailesi hakkında tüm bilinmeyenleri açığa çıkartmak ve müdüre yağcılık (!) yapmak üzere olan görevini başarıyla yerine getirir.Bir akşam yemeğinde banka müdürü,ailesine tüm varlığını hayır kurumlarına bağışlayacağını bildirir ve tüm ailesi ,başta oğlu ve eşi buna karşı çıkar.Olayı müdürün katibinden duyan kızı ve damadı her ne pahasına olursa babalarının yanında olacağını söyleyerek göz boyamaya çalışırlar.
Çıkan bir karmaşada müdürün öldürüldüğü ortaya atılır fakat aslında ölen müdürün kendisi yerine kullandığı benzeridir.Banka müdür ,yani aile babası ölmediğini ispat etmek ister.Para düşkünü ailesi ise çoktan (1 hafta içinde) mal varlığını paylaşmış ve sosyal statüsüne kaldığı yerden daha güçlü devam etmeye başlamıştır.
Babaları ölmediğini ispat etmek  için tüm sırları ortaya dökse de,oğlu,eşi ,kızı,damadı ve hatta kendisi için tuttuğu casusu bile,fırsattan istifade onu öldü sayarak ve bunu utanmazca inkar ederek, babalarına bireylerinin ve bir ailenin paraya olan düşkünlüğünü açıkça sergilerler.
  Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı Para oyunu,yine bir Necip Fazıl şiiri ile son buluyor.
Oyunculuklar son derece pürüzsüz.Baş rolde oynayan Aziz Sarvan,tüm özellikleri yerinde donatılmış gerçek bir tiyatro sanatçısı.Oyunu tek başına bile sona kadar götürebilecek yeterlilikte.Onu izlemek tüm izleyiciler için büyük bir keyif olmuştur diye düşünüyorum.
  İnsanlık değerlerinin para uğruna nasıl da hiçe sayıldığını izlemek isterseniz,Para oyunu sezon boyunca Şehir Tiyatroları'nda sahneliyor olacak.Bence kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun.