21 Eylül 2019 Cumartesi

'ŞİMDİ BANA EMEK SİNEMASI' NDAN TEKLİF GELSE ASLA GİTMEM!'

*Bu röportajı Mayıs 2016 tarihinde, şu an kapanmış olan 34 Sanat Haber isimli internet sitesi için gerçekleştirmiştim. Şimdiye dek yaptığım en tatlı şey olan bu röportajın telif hakkı bana ait olduğundan ve site artık olmadığından, harcanmasını istemedim.
Yaklaşık 4 yıl önce yazmayı bıraktığım bu sitede , bu röportaja yer vererek, röportajımın internetin kaybolmuş sayfalarında yitip gitmesini önlemek istedim. Ayrıca 2011-2014 senelerinde özenle, hevesle ve sadece kendimle kaldığım bu siteye bir canlılık getirmek istedim. Her ne kadar yeniden yazmayacak olsam da.
Şu an aktif olarak  
http://roportajturk.com/  sitesinde yazıyorum. *


                               
     Murat Aldemir, SİYAD ödüllü yer gösterici..
Gençliğinde birkaç yıl yazları lunaparklarda çalıştığını saymazsak, 50 yıldır sadece bu işi yapıyor ve işine aşık biri. Emek sinemasına hayatını vermiş  ve oradan emekli olmuş  gerçek bir ‘emek’çi.Bu  sene SİYAD kurulundan ‘Emek ödülü’ nü meslektaşı Hayri Akkaş’la birlikte alan, yer gösterici..
 Daha doğrusu onların deyimi ile programcı.
Kendisini, üç yıldır çalıştığı, Halep Pasajı içinde yer alan Beyoğlu Pera Sineması’nda ziyaret ettim ve mesleği hakkında,sinema hakkında güzel bir sohbet gerçekleştirdim.
İyi okumalar



SİYAD tarafından ödül almış bir yer göstericisiniz.. Bu mesleğe nasıl başladınız?
-
Alaska Frigo ile… Sinemada film başlamadan ya da film arasında Alasko Frigo dağıtırdım. O zamanlar on yaşlarındayım, hem okuyorum hem çalışıyorum.Yaklaşık beş yıl bu şekilde devam ettikten sonra yer göstericiliğe başladım.Şu an 65 yaşındayım,elli yıldır sadece bu mesleği yapıyorum.

Hep öyle mi olur? Yani sinemada bir şeyler satanlar sonra yer göstericiliğe mi geçer?Biz büyüklerimizden öyle gördük ama bu işi sevmek lazım. Ben bir seansta nereden baksan iki yüz tane Alaska satardım ,tabii o zamanlar on beş kuruştu.Seviyorduk bu işi.Önce dağıtırdım,paraları sonra toplardım.Böyle böyle programa yani yer göstericiliğe geçtim.

Ben çok isterdim yer gösterici olmayı,eğlenceli bir meslek olsa gerek…Eskiden bayan yer göstericiler vardı. Benim zamanımda Emek Sineması’nda on sekiz tane programcı vardı ve ikisi gayrimüslim bayandı.Fakat şimdi sen bu mesleği yapamazsın.

Neden yapamam?Tacize uğrarsın da ondan…

Oluyor mu böyle taciz olayları bu meslekte?Tabii ki… Karanlıkta yer gösteriyorsun, buraya çeşit çeşit insan geliyor. Bazen film bitene kadar salonda kalıyorsun ,en arkada.Şimdi zaman daha kötü.Eskiden,Emek Sinemasında pek olmazdı ama şimdi yapsan tacize uğrarsın.

Emek Sineması dediniz, kaç yıldır Beyoğlu Sineması’ndasınız? 3 yıldır buradayım ben. Emek Sineması yıkılırken bıraktım bu mesleği.Benim hayatım orada geçti,evliliğim,çocuklarımın doğumu,her şeyim… Yıkılırken görmek istemedim ve bıraktım.Zaten 47 yaşında emekli olmuştum,Sakarya’da bir evimiz var,hanımımla oraya gittim üç yıl dönmedim.

Ne oldu da geri döndünüz?
Üç yıl önce, Beyoğlu Sineması müdürü beni çağırdı.Eleman bulunacak,sadece bir ay işi öğret ne olur dedi.O bir ay ,üç yıl oldu,hala buradayım…  (Gülüyor)
Mecburen kaldım,bizde ters olay da olmaz,birisi gelecek ki ben gideyim.Ben kimseyi yüz üstü bırakmayı sevmiyorum.
                                                       ÇOK KAZANDIM, ÇOK YEDİM, ÇOK BİRİKTİRDİM

Nerede şimdi o üç yıl önce alınan çalışan?Yok.. Kimse yapmıyor ki bu işi. Bu işi yapmak için sevmek lazım,sebatkar olmak lazım.Ben mesela emekli olana kadar hiç maaş almadım.Yine de hiç yılmadım.

Nasıl yani? Hiç maaş almadınız mı? Peki geçiminizi nasıl sağladınız?
Bahşişle..
Bahşişle? Bahşişle ev geçindiriyordunuz öyle mi? İnanamıyorum…Evet… Sadece bu işi yapıyordum, yazın lunapark, kışın sinema. O zamanlar bahşiş verilirdi. Israr etmedim hiç kimseye bahşiş vermesi için. Mesela duyardık, programcı altına bir ayda araba çekmiş.Nasıl oluyor bu iş derdim.
Bazı yer göstericiler bilirim, o zamanlar seyircinin koluna yapışırdı. Vermek zorunda değiller ki!
Ama ben aldığım bahşişlerle, ev geçindirdim, çocuk büyüttüm, okuttum, birikim yaptım, eşimi dışarıdan sigortaya bağlattım ,ben de emekli oldum .Beyoğlu Sineması’nda çalışmaya başladıktan sonra maaş almaya başladım.
Bu meslekte benim üç temel taşım var, onlara inandım.

Nedir onlar?Çok kazandım, çok yedim, çok biriktirdim. Evin rızkı her zaman belliydi,ona hiç dokunmazdım.Cebimde para kalmazdı ama evin rızkına dokunmazdım.Çok da yedim,içtim,eğlendim.Ama o zamanlar çok heyecanlıydı bu meslek,böyle bilgisayar falan yoktu.Biz biletleri ellerimizle hazırlıyorduk,eğer yetişmezse evimize iş götürüp,çocuklarla hazırlardık.Biz böyle yetiştik.O zaman zevk vardı,uğraşıyorduk,heyecan vardı,kim gelecek kim gelmeyecek merak ederdik,sponsorlar vardı...

Sorunun cevabını biliyorum ama yine de sizden duymak istiyorum, şimdi neden o heyecan yok?Şimdi her şey bilgisayarda..
Biletler hazır ,internette seanslar belli, zaten  bilgisayarlar bitirdi bu işi.Buraya film gelmeden internete düşüyor.Şimdi hiçbir heyecanı kalmadı bu işin.Sinemanın en heyecanlı ve güzel yıllarını Emek’te yaşadım. Şimdi mesela bana Emek Sineması’ndan teklif gelse asla gitmem.

Neden?Ne işim var benim orada? Öyle bir şey asla düşünmüyorum. Koruma altına alınsaydı Emek,yıkılmasaydı.Zaten Emek’in yıkılmasıyla benim bu meslekteki heyecanım bitti.Şimdi bir ton kapatılan sinemalar var,bu sektörden de artık umudum kalmadı.
Atlas ve Beyoğlu Sineması festivallerin gözde mekânı, buraların kapatılacağını sanmıyorum ben,siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?Tamam da, yeni Emek açılırsa ya Atlas ya burası (Beyoğlu) gider.. Burası festivallerde güzel iş yapıyor ama mutlaka Emek’e de festivalleri verecekler,açılışlar kapanışlar hep orada olacak.Zaten albenisi var,gösterişli yapmışlar.
Ben oraya gitmeyeceğim.Bir çok insan da gitmeyeceğiz diyor ama önünde sonunda gidecekler..

Sinema çalışanları arasında birlik var mı?Eskiden vardı ama şimdi yok. Saygı sevgi de yok artık.Programcı (yer gösterici) kalmadı.Her şey kendiliğinden oluyor zaten.
Eskiden 35’lik makinalar vardı, şimdi yok. Herkes internetten izliyor filmleri. Adam sinemaya gelmiyor ki, niye geleyim diyor.16 lira bilet.Tiyatrolar daha indirimli ama tiyatroya da giden yok.Eskiden konserler olurdu,şimdi onlar yok.Herkes telefon ve bilgisayarla hallediyor işini.En büyük sıkıntımız o.Mesela bu sene en kötü festivali yaşadık.

Öyle mi? Ama geçen sene festivalde sansür olayları vardı ,o da festivali etkiledi tabii…Geçen sene 16 bin seyirci girmiş,bu sene 6 bin seyirci.Sansür olayı geçen seneydi,bu sene öyle bir şey olmadı ama yine de seyirci yoktu.

Bu sene daha fazla salonda festival filmleri gösterildi… Fransız ve İtalyan Kültür Merkezleri, Fitaş da eklendi.Atlas, biz,Feriye,İtalyan… Bunun da etkisi var.Mesela Başka Sinema büyük avantaj.Seyirci diyor ki ben sıkıntıya girmeyeyim,normal bir günde gelip izleyeyim.Başka Sinema festival filmlerini gösteriyor,zaten alt yapısı bu,amacı bu.Reklamsız,arasız..

Benim de sık sık film izlemek için Beyoğlu Sineması’nı tercih etme sebeplerimden biridir Başka Sinema.İşte… Bir burası var, bir de Rexx var. Atlas’ da mesela vurdulu kırdılı filmler varken buralarda sanat fimleri var. Müşteri bölünüyor.

En büyük sıkıntınız filmlerin internete düşmesi dediniz.Peki,bu mesleğin başka zorlukları var mı?
Olmaz mı? Sabah 8,gece 24’e kadar çalışıyoruz. Evim,otel gibi.Çocuklarım nasıl büyüdü bilmiyorum.Sabahtan gelip salonları temizliyorum,tüm gün koşturmaca.Salonlarda filmler farklı seanslarda gösteriliyor,biri bitmeden diğeri başlıyor.
İnsan faktörü de zorluk çıkarıyor. Her türlü insan geliyor.Biletini almış ama kaybetmiş mesela.Eskiden asla böyle bir şey olmazdı.İnsanlar,sinema biletlerine sahip çıkardı.Önemli şeydi sinemaya gitmek.Ya da bileti cüzdanına koymuş,salona gelene kadar çıkarmamış,iki saat bilet arıyor,arkada kuyruk oluyor.Bazen benim gösterdiğim yerlere oturmuyorlar.Salon boş olsa neyse ama salon doluyken bile kafasına göre oturanlar var,kaos oluyor sonra.
Ya da filmin başlamasında beş dakika kalmış, hâlâ oturup bekliyor .Bunlar sıkıntı oluyor tabii.
Bu konuyla ilgili yaşadığınız ciddi bir anınız var mı?
Festival zamanı, sadece bir kişi ayakta kalmış.Film başlamış,salon karanlık.Her yer dolu.O karanlıkta seçmeye çalışıyorum ama boş koltuk yok.E adam biletini almış… Biri onun yerine oturmuş ama kim? Deli olacağım. Sandalye yasak.Sandalye de koyamıyoruz.Bir sorun olsa,bir terslik yaşansa  insanlar ezilir.
Sonra bir baktım, biri çantasını ceketini üst üste koymuş,koltukta sanki insan oturuyor.O karanlıkta ayırmak zor.Gidip uyardım.Biraz laf yaptı ama hakkı yok,adam biletini almış.
  
                             ‘ATİLLA DORSAY İLE BİR DÖNEM TARTIŞMA YAŞADIK FAKAT ŞİMDİ ARAMIZ ÇOK İYİ’

SİYAD tarafından ödül alma hikâyenizi dinlemek isterim biraz da…Biz, müşteriyle asla kötü olmayız. Bizi bilenler bilir. Yıllardır bu işi yapıyorum, kimseyle kavga etmişliğim yoktur. Mesela bazı zamanlar içerim, müşteri asla anlamaz. Ağzıma karanfil atarım, yansıtmam, sadece işimi yaparım.
Mesela yıllar önce gazeteye çıkmışlığım var.’Gözü kapalı yer gösterir’ diye yazıldı hakkımda. Basın gösterimleri oluyor, eleştirmenler geliyor, hepsi beni bilir, hepsiyle aram iyidir. Beni seçmişler bu ödül için, çok mutlu oldum. Hiç unutmam o anı… Bize söylediler, (Hayri Akkaş ve kendisi) ödül alacaksınız dediler, davetiye gönderdiler. Tabii misafirlerin haberi yok.
Sunucu Ceyda Düvenci… Nasıl övüyor bizi, nasıl güzel şeyler söylüyor, herkes de merak ediyor bunlar kim diye.
Utandık, sahneye çıktık, alkışlayanlar, sevinenler… Ben söyleyeceğim her şeyi unuttum. (Gülüyor)
 Bir ara Atilla Dorsay ile tartışma yaşadık fakat şimdi aramız çok iyi.

Tartışmanın konusu neydi?
Sinemanın prodüksiyonu zayıf. Gelirdi ‘şu eksiklikleri giderin’ derdi.Çıkışırdı. ‘Abi her zaman aynı lafları söylüyorsun’ dedim. Küstü bir ara,Emek’e gelmedi.Sizin sinemanızda iş yok dedi.Baya takıştık.Ondan sonra  düzelttik arayı. Yer olmazdı mesela, bazen SİYAD’ın da yapacakları kısıtlı. Hemen yer ayarlardık. Böyle böyle geçti her şey.Şimdi aramız çok iyi.Ne zaman görse,selam verir.
Film izlemeyi seviyor musunuz peki?Sevmesem bu iş nasıl olacak? Film izlemeyi çok seviyorum, bu işi yaparken de film izleyebiliyoruz,nöbetleşe tabii…

En sevdiğiniz filmler  ya da yönetmenler hangileri?Ölü Ozanlar Derneği, Rüzgar Gibi Geçti, İrlanda’lı Kız, West Side Story, The Wall en sevdiklerimden.
West Side Story filmini defalarca izledim. Bazen alırdım elime ekmeğimi,hem  yer hem izlerdim.Beni dışarıda değil,sinema salonunda ararlardı. (Gülüyor)
Pasolini’yi severim.

Hangi filmler çok izlenir tahmin edebiliyor musunuz?Elbette! Arkadaşlar arasında film eleştirdiğimiz de çok olur. Bu işi yapanlarla birlikte, mesela Atlas’daki programcılarla bazen konuşuruz. ‘Sizde bu haftaki filmler iş yapmaz’ dediğimiz olur birbirimize. Bunu sırf afişe bakarak bile diyebiliyoruz.
Hiç yanıldığınız oldu mu?
Arabesk filmi… Afişe baktım, çerçeve içinde çerçeve,bu ne dedim! İlk seansa 300 kişi geldi. Bizim de bir kahvemiz var, bıraktık işi, kahveye gittik. Müdür geldi, ’neredesiniz siz salon doldu taşıyor!’ dedi.Sonra binlerce kişi izledi filmi.
O beni yanıltmıştı.
                                           ‘ BAZI OYUNCULAR ZORLUK ÇIKARIYOR ARADA’

Mesleğinizi seviyorsunuz, her meslekte olduğu gibi zorlukları var tabii.Festivallerde görevli oluyorsunuz,yoğun zamanlarınız oluyor.Peki,oyuncu ve yönetmenlerle aranız nasıl?
Bazı oyuncular anlayışsız oluyor. Grup halinde geliyorlar. Yer ver bize diyorlar ama yer yok. Ben prensipli biriyim. İşimi hakkıyla yapmak isterim. Müdürümüz esnektir mesela. ’Bak çocuklar bekliyor, al bir yere’ der  ama müşteri olsun oyuncu olsun, yerine oturmalı. Salon boş olur, geç istediğin yere otur ama doluyken ben sana bu toleransı gösteremem.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Bu meslekte ne önüm var, ne arkam. Güvenilir insan da kalmadı artık.Sinema eskisi gibi de değil,internet bitirdi her şeyi.Öyle bir zaman gelecek ki yakında,bize hiç gerek kalmayacak.
Yine de yeniden dünyaya gelsem bu işi yapardım. Sinema sevenler bizi bilir,bizi anlar,biz de onları anlarız.Sinemayı seven insandan zarar gelmez…

Safiye DEMİR , Mayıs 2016-  BEYOĞLU İSTANBUL

27 Şubat 2015 Cuma

Mommy


Hiperaktivite ebeveynleri zorlayan bir durum.Kimse,çocuğunun bu rahatsızlıkla baş etmesini istemez fakat radyasyon nesli çocuklarının her 10’da 7’si bu duruma maruz kalıyor.
 Sinemanın dahi çocuğu Xavier Dolan,Mommy filminde bu konuyu ele alıyor.
Filmin baş karakteri Steve,hiperaktif olduğu kadar kişilik bozukluğu yaşayan bir çocuk.
Filmlerinde genel olarak ‘anne’ ve ‘annelik’ kavramına değinen genç yönetmen,Tom Çiftlikte,Annemi Öldürdüm filmlerinde olduğu gibi,2014 Canes Film Festivali’nde altın palmiyeye aday gösterilen ve jüri ödülü alan son filmi Mommy’de annelik olgusu  üzerine odaklanıyor.

Diane (Die) Despres,kocası 3 yıl önce ölmüş ve ergenlik çağındaki oğlu ıslahevinde olan genç ve çaresiz bir anne.Film,Despres’in oğlu Steve’i ıslahevinden çıkardığı ,daha doğrusu çıkarmak zorunda olduğu sahne ile başlıyor.Despres,oğluyla her ne kadar uğraşmak istemese de,Steve, eve döndüğü için mutluluktan uçuyor.Hoş,Steve her daim ‘uçuk’ durumda zaten.
Despres,yalnız yaşamaya alışmış kadın tavrı sergiliyor,biraz vurdumduymaz bir anne.Öyle ki,oğlunu ıslahevinden almaya gittiğinde bile ağzından sakız eksik olmuyor.
Film boyunca tanıdığımız iki komşusu var,biri hemen karşı evlerinde oturan bir aile.Sonlara doğru ufak da bir kızları olduğunu öğreniyoruz.Komşuları,film boyunca sadece kapıdan yarısını görebildiğimiz bir adam  ve konuşma zorluğu çeken (kekeme),genç  ve gizemli bir kadın.Gizemli olmasa Steve’in dikkatini nasıl çekerdi?
Diğer komşusu ise ilerleyen sahnelerde Steve’in annesinin başına açtığı derdi kapatmak için uğraşan ve fakat yine hiperaktif ve ‘sorunlu’ çocuk Steve’in vesilesi ile küfürü basarak o aileden uzaklaşan bir avukat.
 Despres,eve dönen oğlu ile kah laf dalaşına giriyor,kah birlik içine giriyor.Bazen anne-oğula göre biraz fazla kaçan (ki o da yine yaramaz ergen Steve’in yüzünden) danslar ediyor,bazen ise evi başlarına geçirecek derece kavga ediyor..Tüm bunlara rağmen değişmeyen tek şey ise Steve’in insanı çıldırtan ,kimi yerde güldüren enerjisi!

En şiddetli ,tabir-i cazise Steve’in delirdiği,duvarları yumrukladığı kavgada gizemli komşu koşup Steve’in yaralarını sarıyor.Ve işte o zaman anlıyoruz ki,Steve  ve komşusu arasında itiraf edilmeyecek bir yakınlık başlıyor.
Akşam yemekleri,piknikler,Despres işlerini hallederken komşuya emanet edilen Steve,ders çalışma esnasında aralarında aniden gelişen  gerginlik,sonu ‘selfie’ye bağlanan uyum..
Sürekli git-gel’lerin yaşandığı bir film Mommy.

Filmin 1:1 boyutunda çekilmesi filmi farklı bir havaya bürüse de,Steve’in kendini en özgür hissetiği sahnelerden birinde yönetmen de baş karakter gibi yaramazlığını gösterip,Steve’in  elleriyle kamerayı normal boyutuna getiriyor.Yalnızca bir sürelik..

Film 2 saat 18 dakika.Son 18-20 dakikası gereksiz diyaloglardan olşuyor.Başından beri güzel bir tempoda giden film,sonlarına doğru ‘bitse de olurdu burada’ hissi doğuruyor.

Ayrıca,her filminde kendine az-çok rol veren Xavier Dolan,Mommy’de de yapacağını yapıyor ve neredeyse tüm izleyicilerin en duygulandığı sahnede kendine yer biçiyor.Fakat o sahne de,mutlu geçen bir piknik sonrası yağmurla eve dönerken,araba camından süzülen gözyaşımsı yağmur damlası gibi acıyla son buluyor.
Film genelde güzel giderken,bitiminde çoğu soru havada kalıyor.Ne idiğü belirsiz  komşunun çözülmeyen gizemi,(ki bence burası büyük boşluk) yanıtlanmazken,genç komşu ve Steve arasında cinsel bir çekimin bariz gösterilip devamının gelmemesi,gereksiz son sahneler ,boş diyaloglar da bazı şeylerin havada kalmasına ve filmden ‘keşke bunlar olmasaydı 10 numara olurdu’ düşünceleri ile ayrılmamıza sebep oluyor.


Beklenen son,Lana Del Rey’in Born to Die şarkısı  ile son derece sanatsal biterken, yönetmenin bu şarkıyı seçmesindeki ‘DİE’ vurgusu bize uzaktan göz kırpıyor.
Ve her ne kadar umut etsek de,7’sinde ne ise insan 70’inde de öyle kalıyor.


BEFORE I GO TO SLEEP



   İngiliz yazar  S.J. Watson’un,haftalarca NY TİMES çok satanlar listesinde yer alan,aynı adlı polisiye-gerilim türü romanından uyarlanan film,40’lı yaşlarda gizemli bir sebepten dolayı hafızasını kaybetmiş bir kadının gerçeği arama öyküsünü yansıtmaya çalışıyor.
Christine her sabah yatağında,kendi hayatına yabancı olarak uyanan bir kadındır.Geçmişini ona hatırlatmak için yardım eden kocası Ben ve kocasından gizli haberleştiği doktor Nash’in arasında kalmış ve kendini bulma sürecinde her ikisine de olan güvenini yitirmiş biri.
Rowen Joffe yönetmenliğinde,başrollerini Nicole Kidman ve Colin Firth’ün paylaştığı Before I Go To Sleep,senaryodaki eksiklikler,bir çok şeyin hızlıca geçiştirilmesi ve havada kalan olaylar neticesinde izleyiciyi çok tatmin edemese de,filmin başından sonuna dek gerilimini koruyan bir yapım.

Ben (Colin Firth), her gün Christine’e (Nicole Kidman) kim olduğunu,başına neler geldiğini,neden bu hatırlamama sorununu yaşadığını bıkmadan anlatmakla yükümlü,karısına  sevgiyle bağlı olan özverili eş izlenimini yaratıyor. Banyo duvarına yapıştırdığı fotoğraflarda,karısı ile olan mutlu birliktelikleri ve evlilikleri,izleyenlere Ben karakterinin,eşine bu zorlu süreçte  yardım etmeye çalıştığını gözler önüne serse de,Ben işe gittikten sonra her gün belirli bir saatte Christine’i arayan Dr.Nash’in yönlendirmesi ile ortaya çıkan kamera kayıtlarında,Christine’in bir gece önce kaydettiği : ‘O geliyor.. Kapatmalıyım!’ sözüyle bir anda film boyunca ‘şüpheli eş’ konumuna düşüyor.

Dr.Nash’in tavsiyesi ile her gece uyumadan önce o gün öğrendiklerine dair bilgileri videoya çeken Christine,her sabah bu videoları izleyip önemli parçaları birleştirmeye başlıyor.İzleyenler de Christine ile birlikte bu gerilimli sürece dahil oluyor.
Christine aslında Ben’in ona söylediği gibi kaza geçirmemiş,biri tarafından öldürülmeye çalışılmıştır.Peki Ben bunu neden saklıyordur? Bir oğlu vardır ve en yakın arkadaşı onu bu sürecinde terk etmiştir..
Film,Christine’in bu sorulara dair her gün edindiği cevaplarla birlikte izleyiciyi gerilimli bir şekilde kilit sona ulaştırmayı hedeflese de,özellikle Christine ve Dr.Nash’in sahnelerinde gereksiz gerilim yaratma unsuru ön plana çıkıyor ve yine bu sahnelerde senaryodaki eksiklikler kendini belli ediyor.Christine ve Dr.Nash’in arasındaki ilişkide sonu belirlenmeyen detaylar,film bitiminde, izleyicide ‘peki ne oldu şimdi?’ düşüncesini ister istemez doğuruyor.
Sanki bir şeyler hızlıca anlatılmak istenmiş  ve bu da bol gerilimli sahnelerle yapılmış hissi uyandıran bir film Before I Go To Sleep.
Evet,bir gerilim yaratıldığı apaçık.Filmin başından sonuna dek gerilimli sahneler izleyenleri canlı tutarken,dikkatlerin Ben’in üzerinde yoğunlaşması tedirginliği arttırıyor.Filmin sonlarına doğru yavaş yavaş kendini belli ettiği sahnelerde ise gerilim tavan yapıyor..
Fakat  boşlukta kalan,geçiştirilmiş diyaloglar ve sahneler izleyecinin filmden tatminsiz ayrılmasına sebebiyet veriyor.

Her ikisi de Akademi ödüllü olan Nicole Kidman ve Colin Firth’ün  sergilediği performans takdire şayan.
 S.J. Watson’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmde,bazı sahnelerdeki geçiştirmeler dolayısıyla havada kalan
kimi yerler,filmi üstün bir başarıya ne yazık kı taşıyamıyor.Bu da,bazı edebi eserlerin filme uyarlanması sonucu oluşan,etkinliğini yitirme konusunu bir kez daha gözler önüne seriyor.


Oyunculuklar ve gerilimli kurgusu bakımından,özellikle gerilim türü film severler tarafından izlenesi bir film.
Kısa süresi de,izleyicinin filmden çok da sıkılmadan ayrılmasına sebebiyet veriyor.
Ayrıca benzer tür filmlerde rastladığımız Nicole Kidman’ın aksine,gerilim  filmlerinde seyretmeye alışık olmadığımız Colin Firth’ün aslında bu tarz rollerin nasıl da üstesinden gelebildiğini görmek  için bile izlemeye değer.

3 Ocak 2015 Cumartesi

Derviş Zaim Söyleşisi.

"Yapmak istediklerimi yapabilmek için kendi göbeğimi kendim kesmek zorunda olduğumu anladım."
Derviş Zaim.''
  Eyüp Belediyesi ve Filmarası dergisi ortaklığıyla,
İrfan Sineması Cafer Paşa Medresesi'nde yapılan
Derviş Zaim söyleşisindeydim dün akşam.
Tabutta Rövaşata,Gölgeler ve Suretler,Filler ve Çimen,Çamur,Cenneti Beklerken,Nokta,
Devir ve son olarak Balık filminin yönetmenliğini yapan Zaim'le harika geçen bir buçuk saatin
ardından,kendisine yeniden ve katbekat hayran olarak ayrıldım söyleşiden.
   Söyleşi,Filmarası Dergisi'nin Trt için yapılan sinema programlardan birinde
Derviş Zaim'e ayrılan kısa bir gösterimle başladı.Kıbrıs'lı yönetmenin filmlerinden
 çarpıcı sahneler,önemli vurgular ve yönetmenin aldığı ödüller hakkında söyleşiye
katılanlara bir nevi bilgilendirme yapıldı.Söyleşiye ilgi oldukça fazlaydı.Öyle ki,
ayakta dinlemek zorunda kalanlar bile oldu.Bu da elbette sinemaya ve sanata
verilen önem açısından oldukça sevindirici.En azından benim açımdan.
Söyleşi,Filmarası dergisi yayın yönetmeni Suat Köçer moderatörlüğünde başlarken,
ilerleyen dakikalarda dinleyiciler de Derviş Zaim'e sorularını yöneltmeye başladılar.
Tüm soruları anlayışla ve açıkça yanıtlayan ünlü yönetmen,hayatına ve iç dünyasına,
yapmak istediklerine ve yapacaklarına dair samimi açıklamalarda bulundu.Sinemayla,
bilhassa Derviş Zaim filmleriyle ilgilenenlerin son derece zengin bilgilerle ayrıldığı,
katılmayanların ise çok şey kaçırdığı bir söyleşi oldu.
Söyleşi boyunca,Derviş Zaim'in hayatına ve sinemaya bakış açısına,aklından geçenlere dair
aldığım ufak notlarla devam etmek istiyorum.
Adeta edebiyat ve sinema iç içeydi.
Bu etkinliğe katılabildiğim için kendimi son derece şanslı ve mutlu hissediyorum.

''Kendimi anlatmaya gayret ederek,başkalarını anlatmaya çalışıyorum.''
''Türk sinemasında Cemil Meriç gibi biri olsaydı ve bayrağı ondan alsaydım çok daha farklı
yerlere gidebilirdim.''
''Benim soframdan bir yemeği beraber paylaşalım düşüncesiyle üretmeye bakıyorum.''
''Yapmaya çalıştıklarımdan bir tanesi de,insan ruhunu zenginleştirmeye çalışmak.''
''Yapmak istediklerimi yapmak için kendi göbeğimi kendim kesmek zorunda kaldım.''
''İnsanın derdi bir yandan da aslında dermanı olabilir.''
''Türk sinemasında örnek aldığım bir baba göremiyorum.''
''Yılmaz Güney'in sevdiğim filmleri var,sevmediğim filmleri var,görmeye tahammül
 dahi edemediğim filmleri de var..''


Yönetmen,sektördeki huzursuzluğunu da açıkça dile getirirken,ülkemizde sinema
yapmak için bel altı espriler ve küfürlerin daha ön planda olmasından duyduğu
 rahatsızlığı da belirtmeden geçemedi.
Öznel bir yorum yapmam gerekiyor burada,kendisine son derece katılıyorum.

Derviş Zaim'e yöneltilen soruların ciddiyeti yönetmenin bizlerle derin bir sohbet
yapmasına olanak sağlarken,filmlerini izlerken hep merak ettiğim soruyu da kendisine
sorma şansım oldu.

Filmlerinde kendine de rol veren ve bu ufak rollerde bile rolünün son derece hakkını veren
 yönetmene,böyle bir yola neden başvurduğunu sorduğumda,verdiği yanıt başta yönetmen
 olmak üzere hepimizi güldürdü.
'Oyuncu bulamıyorum,yoksa oyunculuk yapmak gibi bir hevesim yok' diyen yönetmene
 bana verdiği içten cevap için,hatta bir sonraki filmine ait ufak bir ayrıntıyı da
 benimle paylaştığı için bu yazıyı yazarken yeniden teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca bu harika akşamı hazırlayan Filmarası dergi ekibine de teşekkür iletmeden olmaz.


Ve söyleşiden bir fotoğraf..


24 Haziran 2014 Salı

Beyoğlu Belediyesi,Kısa Film.

    Beyoğlu Belediyesi Gençlik Merkezi ve Bilgi Evi'nin ev sahipliğini yaptığı,Filmarası dergisi kadrosundan hocaların yetiştirdiği genç sinemacı öğrencilerin,sinemaya gönül vermiş yetenekli insanların,eğitim sezonlarının bitimi için hazırladıkları galadaydım dün akşam.Her biri çektikleri kısa filmlerle,bu işi gerçekten de sahiplendiklerini ortaya sermişler.Galada 11 kısa film gösterildi. Gösterim sonrası tüm öğrenciler sertifikalarına kavuştu ve ödüller verildi.Beyoğlu Belediyesi'nin katkılarıyla verilen bir eğitim olduğu için,ödül alan öğrencilere plaketlerinin yanında,Galata Kulesi maketi de hediye edildi.Yalnız bu maket bilinen maketlerden değil,son derece şık ve hoş :) Gösterilen kısa filmlerden  3.lük ödülünü alan kısa filmi sayfamda yayınlayacağım.Hepsi birbirinden güzel filmlerdi elbette lakin bir tanesi,özellikle Galata'ya olan bakış açımı değiştirmemde etkili oldu.Bu nedenle önce ondan başlamak istiyorum..
  Filmde anlatılmak istenen mevzu,küçük yaşında babasını kaybetmenin travmasını yaşayan,Beyoğlu sokaklarında meczup halde dolaşan bir gencin Galata Kulesi'ni babası sanması üzerine.. Bu kısa filmi izledikten sonra Galata Kulesi artık İstanbul'un babasıdır gözümde :) Yalnız sayfama linkini ekleyemiyorum,yasal gizlilik nedeni çıkıyor youtuba'da karşıma.Bu nedenle yalnızca 3.lük ödülü alan Beş Beyoğlu filminin linkini paylaşabiliyorum.


İzlediğim en eğlenceli kısa filmlerden biri oldu kendisi,3.lük plaketini de haketti..
https://www.youtube.com/watch?v=NibryLpPKKM


26 Mayıs 2014 Pazartesi

Cannes 2014! Altın Palmiye..

  Belliydi.. Beklenendi.. Uzun süren Cannes yolculuğu neticesinde 2014 yılının güzel mayıs ayında kavuştu Altın Palmiye'ye Türkiye.. Aslında bu olayı Türkiye'ye mal etmek tamamen yanlış.Bu bir ülkenin değil,bir insanın başarısı.. Nuri Bilge Ceylan FIPRESCI ödülünden sonra adım adım yaklaştı zaten Palmiye'ye. Cannes'da dakikalarca ayakta alkışlanması haberleri,filme verilen yüksek puanlar umutlarımızı güçlendirdi.
  Her ne kadar jüri başkanına ve genel jüriye hitap etmeyebilir tarzında ufak ufak ümitsizliklerimiz olsa da,nihayet er kişinin hakkı verildi.! Seni seviyoruz Nuri Bilge! Seninle gurur duyuyoruz Nuri Bilge!




16 Nisan 2014 Çarşamba

Köksüz

  Bir Deniz Akçay filmi.Bir ilk film.Bir muhteşem ilk film.
Yalnızca bunu yazıp bile bırakabilirim yazımı.Bence yukarıdaki ilk satır gayet net özetliyor.

   Köksüz,izlediğim güzel filmlerin içinde yerini buldu.Bunda elbette oyuncuların da payı var.
Babasız bir ailede yaşayan üç kardeş.. Ahu Türkpençe,abla Feride rolünde.Ergen bir erkek ve ilköğretim çağında bir kız kardeşi var.Annesi ise,üç çocukla yalnız kalmış olmanın verdiği büyük yükle tabir-i caizse kafayı yemiş.Sinirli,sürekli söylenen,huysuz bir kadını oynuyor.Fakat bu çocuklarının ona olan sevgisinden bir şey götürmüyor.
Evin tüm yükü neredeyse Feride'de.32 yaşında ve bekar.Evlenmeye karar verdiğinde ise -ki evlenmeye karar verdiği kişi tamamen mecburiyetten ve o evden kurtulma isteğinden- başta annesi ve erkek kardeşinden ciddi tepkiler alıyor.
Aslında bana göre Köksüz ,tam da hayatta olanı yansıtıyor.
Babalarının onları terk ettiğini filmin sonlarına doğru anlıyoruz.Başlarda, belki de ölmüştür izlenimi yarattı bende.
Sıradan bir film gibi görünse de,verdiği mesaj çok dokunaklı.
İstemeyerek,hiç ilgi duymadığı iş arkadaşıyla evlenmek zorunda kalan -kimsenin bir zorlaması yok fakat bundan başka çaresi yok- Feride'nin sırtlandığı yükün altında nasıl cebelendiğini gayet güzel hissettirmiş yönetmen.
Dertli bir anne,sorunlu bir erkek kardeş ve hiç sevmeyeceği,onun yanına dahi yakışmayan bir eş..
Kına gecesinde bir yandan zeybek oynarken diğer yandan göz yaşı dökmesi ya da tam olarak dökmese de göz yaşlarını tutması diyelim,her genç kızın aileden ayrılıyorum felsefesinin sonucunda oluşturduğu bir gözyaşı değil.İşte en çok da burada hissediyorsunuz filmin tüm anlatmak istediğini.

   Bitiminde ayakta alkışlanası bir film Köksüz.Mutlaka seyredilmeli.