28 Ekim 2013 Pazartesi

Son Tango

   Ekim geldi ve açıldı tiyatro sezonu.Ne mutlu hepimize.Ne mutlu Türk'üm diyene! (kamu spotu) :) Geçen sezondan tek yaram Profesyonel'e bilet bulamadan sezonu kapatmam.Geçen sezondan en mutlu anım,Kabare şehir tiyatrolarından ayrılırken orada olmam!
   Son Tango,İstanbul Devlet Tiyatrosu'na bu sezon giren bir oyun.Oyun hakkında hiç bir bilgiye sahip olmadan aldım bileti.Genelde pek yapmadığım bir durum bu.Oyun gününe yaklaştıkça okudum bilgilerini.Daha önceki sezonlarda oyunların altına yapılan yorumlar daha çok fikir verirdi bana.Bu sezon oyunların altında yer alan görüş bildir alanını hep boş gördüm.İzleyici yorumları çok önemli değil midir ki?
Neyse,oyuna dönelim.Oyuna giderken artık oyun hakkında bilgiye sahiptim.
Sahneye girdiğimde ambiyansın güzelliği aldı beni benden.Uzun süre seyredaldım barı.Bar atmosferini.
Ve oyun başladı.Muhteşem bir tango ile.Rıhtımdan atlayan sevgililer ile.Son tangolarını yaparlar o barda ve rıhtımdan atlayıp sonlandırırlar hayatlarını.Oldukça etkileyici. Maria ve Pedro'nun ,Arjantin'in devrim ile geçen günleri arasında,arada kalmış ve baskıya maruz kalmış aşkını anlatıyor oyun.Maria annesinin bitmek bitmeyen 'zengin koca' ısrarlarına dayanamayıp,hayatının aşkı Pedro'ya ders vermek amacıyla Jose ile evleniyor.Ve gelişen olaylar sonucunda devrimci Pedro sorgu günlerinde acı çekerken,Maria
da bir nevi kader kurbanı rolünde atlıyor hayata,sokaklara.
  Oyun sırasında kendimi müzikalde gibi hissettiğimi söylemeden de geçemeyeceğim.Söylenen İspanyolca şarkılar,yapılan harikulade tangolar,oyuncuların muhteşem bir duyguyla bizlere yansıttığı aşk dolu danslar.Hepsi birbirinden güzel anlardı.2 saatin nasıl geçtiğini anlamayacağınız ve şiddetle alkışlayacağınızı temin edebileceğim bir oyun Son Tango.
Bu arada şarkıları seslendiren bayanın (adını bilmiyorum) sesi olağanüstü.Bu dünyada nasıl da yetenekli insanlar var değil mi?
Oyunun bir sahnesinin fotoğrafı aşağıda.Bence en yakın boş gününüze bilet ayırın.Son Tango'nun ruhunu hissedin.
Hoşçakalın.


27 Ekim 2013 Pazar

Yekta Kopan,Robinson Crusoe 389'daydı!

   Öncelikle derin bir nefes almam gerek..
Oradaydım! Yekta Kopan imza gününde.Ekim ayının başında alınmış bir tiyatro biletim vardı.Çok mutluydum çünkü sezonu son derece güzel bir oyunla açacaktım.Ve sonra aynı gün aynı saatte Yekta Kopan'ın imza günü olduğunu,üstelik evime de yakın olan İstiklal'de olduğunu öğrenmemle ne yapacağımı şaşırdım.Fakat şansım yaver giderse yetişebilirdim.Yetiştim de! Oyun çıkışı kendimi metroya nasıl attım,Taksim meydanından Beyoğlu'na kadar nasıl insanlara çarpa çarpa koştum,o sıraya nasıl girdim,inanın hiç birini hatırlamıyorum.Hatırlıyorum aslında ama sanki 'Run Lola Run' filminden bir sahneymiş gibi geçiyor gözümün önünden.Ve oradaydım evet.Robinson Crusoe 389'un kapısında içeride Yekta Kopan'ı görünce heyecandan resmen ellerim titredi.Çığlık atmak geldi içimden başardığım için.Sonlara geldiğimiz için önümde 5-6 kişi vardı.Yekta Kopan kendi elleriyle sırada bekleyenlere çikolata tuttu,güzel espriler yapıldı.Şaka gibiydi.Yazılarına,düşüncesine,kalemine aşık olduğum Yekta Kopan karşımdaydı.Bu benim hayallerimden biriydi ve gerçekleştirdiğim için o kadar mutluyum ki.Burada sayfalarca saçmalayabilirim tıpkı dün Yekta Kopan'ın yanında saçmaladığım gibi. Bütün nezaketiyle kitabıma imzasını atarken gerçekten çenem hiç susmadı ve o da sonunda bana 'bi sus Safiye vıdı vıdı vıdıı!' bile dedi.Umarım onu gerçekten bezdirmemişimdir,umarım beni anlamıştır heyecanımın dilime vurduğunu..Yekta Kopan ile tanışmak hayalimdi benim çünkü.Sabırla gerçekleşmesini beklediğim bir hayal.Ve ona sonsuz teşekkür ediyorum beni kırmayıp kitabıma bir imzadan çok,bir duygusunu yazdığı için.Onu zorladım,affetsin.
    Yekta Kopan'ın 9 kitabı da mevcut bende.Fakat ben hepsini götürürsem onu bezdirebilirim diye düşündüm.Götürseydim keşke,herkes alabildiği kadar almış eline bütün kitapların, imzalattırdı.Ama olsun,belki kasım ayında TÜYAP'ta olan imza gününe gidebilirse, iş sorunum çıkmazsa ben de bu kez diğer 8 'ini de imzalatabilirim.
   Yekta Kopan,Türkiye'de düşüncesine aşık olduğum ilk adam.2.si Özen Yula.Bilmiyorum tanır mısınız.
O hep yazsın,ben hep okuyayım dediğim nadir insanlardan Yekta Kopan.
O hep yazsın,ben hep okuyayım.
Ve mümkünse onunla diğer imza günlerinde de karşılaşayım.Söz,bu kez çok konuşmayacağım,sakin sakin imzalatacağım :)
Ve ömrüm boyunca unutamayacağım hatta en kısa zamanda çerçevelettireceğim muhteşem bir anı işte!
Dilerim herkesin hayalleri gerçeğe kavuşur :)


15 Ekim 2013 Salı

Aile Çay Bahçesi (Yekta Kopan)

   ''Benim adım Müzeyyen.Süslenmiş,güzelliklerle bezenmiş demek.Ben güzelliklerle bezeliyim.Süslenmiş bir hayat benimki.Müzeyyen'im ben.Doğmadan belliymiş adım.Müzeyyen adında bir kız olarak doğmuşum..'' 

    Evet,kahramanın adı Müzeyyen.Kitabı onun ağzından okuyoruz.Onun iç dünyası.Müzeyyen oluyoruz okurken.Annesinin ölümüne sebep olan kardeşi Çiğdem'e olan öfkesini,hayatında geçmişe özlem duyduğu tek şey olan babannesini,dünyasındaki kimsesizliği ört pas eden dostu Özlem'i ve babası Nejat Bey'i ondan öğreniyoruz..
   
    Babası ile arasında uçurumlar olan bir kız o.Pardon,o artık bir kadın.Tıpkı kardeşi Çiğdem gibi.Yıllar onlara sadece mesafe getirmiş.Oldukça büyük mesafeler.Her biri farklı şehirlerde birbirinden bi haber kardeşler,babaları Nejat Bey'in ölümcül hastalığı sebebiyle geliyorlar babanne kokan yazlık evlerine.
 'O tadına doyum olmaz bir şiirdi,ben taslak halinde bir roman..'  diyerek tanıtıyor kız kardeşi Çiğdem'i bize.Sevilen,ilgi odağı olan Çiğdem'i içten içe kıskanan ve git gide hayattan kopuk biri olan Müzeyyen.. Sevgisiz,soğuk Müzeyyen.. Okudukça anlamaya başlıyorsunuz onu.Onun suçu değil ki bu olanlar..Hayat hepimize farklı oyunlar sunmuyor mu zaten?
Müzeyyen,kardeşi Çiğdem ve babaları Nejat Bey'in son eşi Hayriye hanımdan oluşan harika bir kısa roman Aile Çay Bahçesi.. Müzeyyen'in geçmişine dönüp tüm sorunları çözebilmesi /çözmeye çalışması şerefine içiyoruz kitabın sonunda,babası Nejat Bey sorunu dahil.
Yekta Kopan'ın bütün kitaplarını okumuş biri olarak rahatça söyleyebilirim ki,yine o muhteşem akıcı anlatım ve muhteşem hikayenin buluşması sonucunda oluşan harikulade bir kısa roman.Şiddetle tavsiye ederim.

7.Sahaf Festivali.

      Merhaba! Yeniden yazabildiğim için nasıl mutluyum tarif edemem. 5 koca ay gibi bir ara vermeyi düşünmüyordum.Hep yazmak istedim.Fakat bazen hayatta kötü şeyler olurken yazmaya dahi mecali kalmıyor insanın,hak verirsiniz.Siz'li bizli konuşuyorum,belki de kimse okumuyor komik olacak ama olsun.
     Her ne kadar yaz insanı olsam da,anlıyorum ki üretkenliğim sonbahardan itibaren geri geliyor.Her mevsimin bana kattıkları..E tabii yaza doğru tiyatro sezonu da kapanıyor,konserler dışında çok fazla etkinlik de olmuyor.Fakat geri döndüm,umarım benden kurtuluşunuz olmasın :)

     Bu işi gelenekselleştireceğim demiştim,başardım! Geçen yıl 6.Sahaf Festivaline katılmıştım.Katılmak demeyelim de,gitmek diyelim.Bu yıl 7.sine gitmek nasip oldu.Bu da bana muhakeme yapma şansını verdi.Dilerim 8,9,10 ve üzerinci festivallere de katılabilirim.Hoş,hayat neler getirir belli olmaz ama olsun :)
Yine aynı yerdeydi festival.Beyoğlu'nda TRT binasının yanında.Festivale sayılı günler kala yerin değiştirildiği ile ilgili haberler çıktı çıkmasına ama yine aynı yerde olması bence en güzeli oldu.Fakat bu sene geçen senekinden aldığım hazzı alamadım,nedenini bilmiyorum ama gerçekten alamadım.Örneğin geçen yıl çok daha ucuzdu.10 TL'ye 3 kitap almıştım ve üstelik 3'ü de son derece başarılı kitaplar.Bu sene neredeyse gidip D&R'dan alırım daha iyi dediklerim oldu.Eski kitap bulamadım mesela! Geçen yıl yaprakları sararmaktan bir hal olmuş kitaplar vardı.Bir tanesi de şu an başucumda.Arada bir açıp kokuluyorum.O kadar eski ki! Bilmiyorum eski kitap merakınız var mıdır,bende eski kitap merakı var,bu yüzden böyle yazıyorum.Bu sene aldığım kitaplar son derece 'gıcır gıcır' diye tabir edebileceğimiz cinsten.
Geçen seferkinden daha çok gezdim bu yıl.Tavaf eder gibi 2-3 kere döndüm durdum en baştan en sona.Çok iyi sahaflar var.Emin olun.Harika kitaplar,eserler ,hepsi mevcut! Sırf kitap mı? Plaklar ,eski gazeteler,dergiler,karikatür dergileri... Aklınıza gelebilecek her şey! Ekimin 20'sin kadar devam ediyor festival. Festivalde siz gezinirken,sahaflardan çıkan muhteşem müzikler de eşlik ediyor size.Bir de gün güneşli ise,tam keyiflik! Cafe de var üstelik.İsterseniz aldığınız kitapları okumaya,ortada bulunan cafede oturup bir şeyler içerken dahi başlayabilirsiniz.
     Kitap okumak muhteşemdir,hak verirsiniz ki.Kitap sevmeyeni,okumayan insanlara uzaylı gözüyle baktığım doğrudur.Bence mutlaka gidilmesi gereken bir festival.Kitap almayacaksanız bile o atmosferi görmeye değer.Ki sizi temin ederim oraya gidip de kitap almamak büyük saçmalık :) Bu fotoğraf da festival işini gelenekselleştirdiğimin kanıtıdır! Bunlardan daha çok olması dileği ile festivalden kalan bir kaç fotoğrafı daha buluşturmak istiyorum sizinle..




13 Mayıs 2013 Pazartesi

Düğümlere Üfleyen Kadınlar /Ece Temelkuran

   ''Belli ki dünyaya düşmüşsünüz.Tarih boyunca gelmiş benzerleriniz gibi nadide ve yalnızsınız.Hayatı ciddiye alıyorsunuz,ama nasıl ciddiye almanız gerektiğini de bilmiyorsunuz.-Maryam'e baktım.Biraz önce hamur yoğururken tam da bundan söz ediyordu.-Tanrıça Tanit'ten,bütün bilge kadınlardan ve naçizane benden öğrenmelisiniz.Size merhamet ettiğimden değil,acıdığımdan hiç değil.Sadece bir benzerimin daha heder olmasını izlemek günahtır,Tanit'in katında günahtır.Bu sebeple el koydum size.Elimi üzerinize koydum hanımlar.Sizi gördüğüm ilk gece,SİZİ gördüm.Fakat hem öyle üç kadın olup hem nasıl böyle zavallı oluyorsunuz? Evet,işte Tanit'in yardımıyla bunu değiştirmeliyiz.Sizi iyileştirmeliyiz.Tamir etmeliyiz.Bana güvenmelisiniz.Siz birbirinizden başka evi olmayan,yoldan başka gidecek yeri olmayan ruhlarsınız.Döndüğümüzde her şey değişmiş olacak.Şimdi sınırı geçtiğimize göre kendinizi ölmüş sayabilir,böylece artık yaşayabilirsiniz.Artık gönül rahatlığıyla kaybolabilirsiniz.''
    Ben irkildim bu kez,Amira bana baktı.Kadınların şekerlemeleri kardığı ilkokul binasında ona ''Öldüğüme göre artık yaşayabilirim'' dediğimi hatırlıyor olmalıydı.Madam Lilla,sanki bilir gibi kaybolmaktan söz etmişti.Maryam ve Amira da az önce tıpkı benim gibi irkildiklerine göre,Madam Lilla onların da kalbine değen bir şey söylemiş olmalıydı.Ama tam olarak ne?
Madam Lilla bizim irkilmelerimize aldırmadan devam ediyordu:

''Şimdi sizi buradan alıp Libya'nın güneyinden geçirip Mısır'a götüreceğim,İskenderiye'ye,oradan tekneye bineceğiz kısmetse.Lübnan'a geçeceğiz.Sonrasına orada karar vereceğiz.Ama size söz veriyorum,her şey muhteşem olacak.Dermanınızı yolda bulacaksınız.Ben size iman ediyorum.Siz de hayata iman edin.Şimdi.. Bana söylemek istediğiniz bir şey var mı?
    Ne olabilirdi ki? Madam Lilla,ancak ruhlarımızı mıhladıktan sonra sordu söylemek istediğimiz bir şey var mı diye.Yokken sordu.Biz hiç yokken sordu.Kudretli bir anne bulmuş gibi sus pus olduk,üçümüz de başka nedenlerle,ama belli ki kesinlikle,teslim olduk.
 ''O vakit Tanit'e  yemin edin.Burada şimdi.'Öldük' deyin,'ve dışarı çıktığımızda yeniden doğacağız.Hanımlar,iman edin,siz kazanacaksınız!''
Madam Lilla ''Gidelim' dedi,''tutun elimi,kaybolmanızı istemem.'' El ele tutuştuk,Madam Lilla geldiğimizden her nasılsa daha kısa süren yoldan bizi dışarı çıkarmak üzereydi ki Amira çocuk kekemeliğiyle sordu:
''Peki..Öğreteceğiniz..Bilmediğimiz..Şey nedir?''
İşte o zaman Madam Lilla mağaraya doğru konuştu:
''Hanımlar-lar-lar öldürmeyi-yi-yi öğreneceksiniz-siniz-siniz...Hanımlar sizi öldüreni öldürmeyi öğreneceksiniz-niz-niz''

23 Nisan 2013 Salı

Şehir Tiyatrolarından bir Kabare geçti a dostlar!

        'Willkommen bienvenu Cabaret.' Ah,nereden başlasam nasıl sonlandırsam neresinden bahsetsem.Bir Kabare geçti şehir tiyatrosundan ve bitti.Ve ne şanslıyım ki en son oyununa gittim.Oyun bitiminde sahnede oyuncularla duygusal anlar yaşanırken ben hala oyunun etksiyle çılgınca alkışlıyordum.Hadi başlayalım anlatmaya :)
       Sally Bowles(Özge Borak),kabare aktristi.Kit Kat Club'ta çalışıyor.Amerikalı bir yazar olan Cliff ise Almanya'ya,Berlin'e romanını yazmak için geliyor.Berlin ise Nazi yanlıları tarafından kaosa sürüklenmekte.1930'ların başı.Sally ile Cliff Kabare'de tanışıyorlar ve başlarda olay komik bir örgü ile gelişiyor.Sally her gece başkasıyla yatan özgür ruhlu bir kadın,Cliff ise aşkın peşinde sayılabilecek bir yazar.Bir gece Sally,Cliff'a geliyor ve hiç gitmiyor.Cliff'ın kaldığı pansiyonun sahibi Fraulein Schneider ve onun manavlık yapan yahudi müstakbel kocası (daha doğrusu oyunun sonlarına doğru evlenimeye karar veriyorlar fakat zamane şartlarına göre ayrılmak zorunda kalıyorlar,acı ile) ve o pansiyona her akşam askerler,denizcilerle dönen bir hayat kadını da dahil oluyor oyuna.Sally ve Cliff aniden gelişen olaylar sonucunda ,daha doğrusu Sally'nin hamile kalması ve bebeğin babasının kim olduğunu kestirememesi sonucu Cliff'in bebeği sahiplenmek istemesi neticesinde evleniyorlar,Sally hamile kalıp Kabare'yi bırakıyor fakat parasızlıktan ne yapacaklarını da şaşırmış bir halde oluyorlar.Bir yandan  Cliff Almanya'ya gelirken trende tanıştığı Nazi yanlısı memur ile arkadaşlığını sürdürürken,memurdan yasal olmayan bir iş teklifi alıyor ve parasız kalmaktansa bunu yaparım düşüncesi ile ortak oluyor bazı uygunsuz olaylara.

Oyun müzikal,Mert Turak,Kabare'nin aktörü.Zaten o sahneye çıktığı zaman saatler durdu benim için.Oyun ara verdiğinde 'ne çabuk 1,5 saat geçmiş?' dedik.İstedim ki gitmesin Mert Turak,hep sahnenin bir tarafında kalsın.O kadar yetenekli bir oyuncu ki..Özge Borak'a da hayran kalmamak elde değil,sesi süper,dansı fevkalade.Zaten bale kökenli imiş.Allah yaratınca yaratıyor işte.Selma Kutluğ'u da es geçmemek gerek.O kadar yaşattı ki bize tüm duyguları,biz seyirciden çıkıp 'Fraulein Schneider' oluyorduk aniden.
Mert Turak'ın ilk sahnede sahnede yaptığı espriler,Kit Kat Club kızlarından Rosie'nin adını nereden aldığı özellikle tüm salonu kahkaya boğdu.O kadar doğaldi ki hepsi,keşke bitmeseydi bu oyun.Başta da yazıdğım gibi iyi ki son oyuna gitmişim diyorum çünkü,hem Özge Borak'ın şehir tiyatrolarında oynadığı son oyun olması,hem Kabare'nin son oyunu olması,oyun bitiminde duygu dolu anlar yaşattı.Kareograf,Yönetmen,Kostüm tasarımcısı hepsine alkışlar yükseldi,Özge Borak bir yandan duygulanırken,Selma Kutluğ emekli olduğu halde onlarla olduğu için alkışlar bu kez ona gitti.Mert Turak'ın elineki tozları Özge'nin kafasından dökmesi tüm salonda 'aaaaa :(' seslerinin yükselmesine sebep oldu,biz de onlarla duygulandık.Öyle güzel bir jestti.
O kadar güzel şarkılar söylendi ki,hepsini yazmak isterdim buraya.'Annem bilmesin','Git ya da kal aldırmam hiç hoşçakal' 'Eserse yaparım biterse bitmiştir ve bitti' ve daha bir çoğu.Ömrü hayatımda böyle güzel bir müzikal izlemem daha diye düşünüyorum.Umarım yanılırım fakat Kabare'nin yeri bende ayrı olacak,çok ayrı kalacak o hep.
O son sahnede,Mert Turak Nazi'lerden dayak yemiş bir halde üstü başı kan içinde çıkıp da sahneye 'Kit Kat Club'a hoşgeldiniz,burada dert yok,burada herkes mutlu' demesi tarif edilmez bir duygu kanaatimce.Cliff'ın Amerika'ya geri dönmesi,Sally'nin harap bir halde kalması ancak bu kadar güzel olabilirdi böylesi bir müzikalin sonu.Hani derler ya hem güldürdü,hem düşündürdü,ekstradan duygulandırdı da.Ellerim acıyana dek alkışlarım hep her gittiğim oyunu fakat bunu hem ellerimle hem kollarımla hem yüreğimle hem gözlerimle alkışladım.Kendimi çok şanslı hissediyorum böyle bir oyuna gidebildiğim için.Yukarıdaki fotoğrafı da biz oyunu izlerken Mert Turak ,kuliste çekip twitter adresinde paylaşmış.Nasıl da güzel bir fotoğraf değil mi? Sonlar,her güzel şey sona erer evet.Keşke devam etse Kabare yıllarca.Kabare'de yer almayı çok isterdim.Keşke ben de tiyatro sanatçısı olsaydım diye içimden geçirdiğim anların zirvesindeydim.Nasıl kıskandım her birini tarif edemem.Böylesine başarılı işler var Türkiye'de ne mutlu ki..Hepsine kucak dolusu yürek dolusu sevgilerimi iletiyorum hiç biri okumayacak olsa da.Bize harika bir 2,5 saat yaşattılar.Hoşçakal Cabaret! Seni hiç unutmayacağım.

 
 

14 Nisan 2013 Pazar

Ölüleri Gömün.

            Çoktandır gitmek istediğim bir oyun Ölüleri Gömün.Nihayet bugün gidebildim.Yalnız sanırım çok fazla şey umut etmişim,o konuda biraz yanıldığımı anladım.Musa Uzunlar ve Civan Canova baş rollerde olarak gösteriliyor Devlet Tiyatrosunun sitesinde.Bana göre baş rollerde olan oradaki altı ölü.Ünlüler diye en başta isimlerinin geçmesi,bende sanki oyun boyunca hep onlar olacak düşüncesi uyandırdı.Haksızlık yapıldığını düşünüyorum bu konuda,haksızlığa gelemem.Kafamı çok kurcalasa da bu düşünce,geçiyorum ve oyun hakkında görüşlerimi bildiriyorum.

      Her şeyden,hepsinden önce,şimdiye dek gittiğim oyunların içinde samimi söylüyorum sahnesi,dekoru,efektleri,ışıkları en güzel olan oyundu.Sanırım dün akşamdı Demet Akbağ'a bir kanalda rastladım ve tam da o an şunu söylüyordu: 'Bir oyuncu için en kötü olanı oyundan sonra kulise gelip '' ah canıım,sahne süper,dekor harika'' denmesi.' Fakat ben bu oyun için kesinlikle bunu derdim oyunculardan birine.Aman yanlış anlaşılmasın,hepsi harika oynadı.Civan Canova'yı izlerken kendimden geçtiğimi anımsıyorum.Musa Uzunlar de keza öyle.Fakat başta da dediğim gibi,bu iki harika isim sırf ünlü diye hep onlardan bahsetmeyeceğim.Bence bu oyunun baş rolünde altı ölü vardı.İsimlerini bilmiyorum oyuncuların,bu yüzden şahsen yazamayacağım.
Oyunun konusuna gelirsek,Amerikan askerlerinden altı gencin şehit olması,diğer askerlerin onları gömdükten sonra yerlerinden kalkıp gömülmeyi reddetmelerini anlatıyor.Her birinin de neden gömülmek istemediğine dair sebepleri var,bunları yakınları ile olan konuşma sahnelerinde belirtiyorlar.Kiminin eşi,kiminin annesi,sevgilisi ve kardeşi geliyor.Ve hepsinin hayatlarına dahil oluyoruz bu vesile ile.
Oyuna iki yakın arkadaşım ile gittim, oyun çıkış çok farklı yorumlar dolaştı aramızda.Bir arkadaşım oyunu çok beğenip,hatta oyunun bir sahnesinde ağlarken;diğer arkadaşım oyun boyunca öfleyip püfledi.Bana göre ise dekor ve efektler oyunun önüne geçmişti.Ve konu havada kaldı.
Elbette gidilesi bir oyun.Sanırım çok karamsar yazdım oyun hakkında.Fakat oyunculuklar gerçekten harika.Sahnenin her köşesinin kullanılması,oyunu izlerken bir anda sahnenin kararıp yan taraftaki balkonda oyunun devam etmesi,sonra aniden karşı balkona geçilmesi,sonra yeninden sahneye dönülmesi bizi sürekli 'acaba şimdi nereden çıkacaklar?' düşüncesi ile bırakırken,ölülerin aynı anda dönmeleri gibi şahane hareketler 'güzel oyun' düşüncesi ile devam ettirdi.Yalnızca fahişelerin oyuna pek bir önem katmadığının kanaatindeyim.Sonlara doğru dekorun havalanıp haç haline gelmesi şimdiye dek tiyatroda hiç izlemediğim türden bir olaydı,ağzım açık kaldı diyebilirim.Peder ile Haham'ın oyundaki rolü de eğlence olmuş bence.Şüphesiz ki,en eğlenceli sahneler ölülerden birinin sevgilisi olan Joan,yani Yasemin Atasu'nun ölü sevgilisi ile olan konuşmasıydı.Oyuna renk kattı o sahneler.En çok hislendiren yeri ise,kesinlikle yüzüne şarapnel parçaları gelerek ölen askerin annesi ile konuşması idi.Özellikle annenin,oğlunun yüzünü gördüğünden attığı çığlık ,hani derler ya 'geldi tam içime oturdu' işte o tarz bir his oluşturdu bende.Oyundaki fazlaca çarpıcı sözlerden de bahsetmek isterim,Civan Canova'nın o muhteşem tonla söylediği ,'bu dünya sevimisz bir yer,insanlar birbirlerini öldürüyor'u ve ölülerden birinin söylediği 'insan Roma için Sezar için tapınak içinölmemeli,kendi için ölmeli' sözü,ben de ayakta alkışlama isteği uyandırdı.Drama sayılacak bir oyundu.Başta da yazdığım gibi herkes farklı bir yorumda bulundu oyun için,bu nedenle bana güzel gelen başkasına elbette güzel gelmeyebilir.Yine de tavsiye eder misin diye sorsalar,o dekor için,efektler için, Civan Canova için gidin derim.


               Etkiliyici bir oyundu yalnız sonu pek tatmin etmedi beni.Daha farklı olabilirdi.Musa Uzunlar neden son sahnede kendini vurdu,askerlerin akıbeti ne olacak,bu konular bana göre havada kaldı.Yine de izlenmeli,sonuçta yazdığım gibi,ben 'daha iyi olabilirdi' derken,arkadaşım duygulanıp ağladı.Tiyatro enteresan bir şey.Sezon bitiyor ,az kaldı.Dilerim bitmeden yine fırsat yaratıp istediğim oyunlara gidebilirim.





                                                   

26 Mart 2013 Salı

Lizbon'a gece treni İstanbul Film Festivali'nde.

      Merhabalar.Yalnızca 4 gün sonra İstanbul Film Festivali başlayacak.İksv tarafından düzenlenen festivalin biletlerinin tüketildiğine ,hatta bazı filmlere ek seanslar koyulduğuna dair bilgiler gazetelerin kültür sanat bölümlerini dolduruyor.Yalnız şöyle de umut vaad eden bir haber okudum Sabah Gazetesi'nde. 'Seans öncesi gişelerde teslim alınamayan davetiyeler satışa sunuluyor.Görmek isteyip de bilet bulamadığınız filmler için,gösterimlerden önce sinema salonlarına uğramanızda fayda var.'

       Bu yıl festivalde merakla beklediğim Pedro Almodovar'ın I'm So Excited filminin yer aldığını öğrendiğimde,bir gönderme niteliğinde 'I'm So Excited!' dedim.Çünkü gerçekten çok heyecanlandım.Gitmek istiyorum diye dolanıyorum ortalıkta ama hayatın acımasız gerçekleri bana biletlerin kalmadığını tekrar ve tekrar gösteriyor.Allah'ın şansı az dağıttığı bir insanım zaten.Neyse. Daha da heyecanlandıran beni,Lizbon'a Gece Treni'nin film olması ve yetmezmiş gibi bu filmin İstanbul Film Festivali'nde gösterilmesi.Beni bilen bilir,şu ömrümde şiddetle görmeyi arzuladığım 3 şehir var: Lizbon,Ohrid ve Riga. Yaklaşık 7-8 ay öne yakın arkadaşım bana Pascal Mercier'ın Lizbon'a Gece Treni kitabını hediye ettiğinde çığlık atmıştım sevincimden,'bu kitap gerçek sahibini buldu' diye dolaşmıştım etrafta bir süre.Şimdi öğreniyorum ki,filmi bile çıkmış.Bu aralar her ne kadar sanatla,sinemayla ,tiyatro ile iç içe olmaya çalışsam da işlerimin yoğunluğundan dolayı ara vermişim demek ki,üzülerek farkettim.Yoksa mümkünatı yok böyle bir filmin yapım aşamasından itibaren haberim olurdu.Bu yüzden beni festivalle ilgili sevindiren en çok bu oldu.Diğer filmlere de göz gezdirdim,gayet merak uyandırıcı işler.Tam festivallik! Baş rolünde Nicole Kidman'ın oynadığı Stoker,Emma Watson'ın çocukluktan çıkıp yetişkinliğe geçtiğine dair haberlerin çıkmasını sağlayan  The Perks Of Being A Wallflower, vampir filmi olan Byzantıum,yine benim sabırsızca izlemek istediğim Before Midnight,ki eminim Ethan Hawke-Julie Delpy yine mutheşem bir film çıkartmıştır, ve ötesi.İlgilenmek isterseniz detaylar şu adreste:
http://film.iksv.org/en/program

Bilet fiyatlarını merak edenler için ,tam bilet 15TL,hafta içi gündüz seansları 5TL.
Dünyadaki tüm film festivallerini takip ediyorum fakat ne yazık ki hiçbirine gidemiyorum.Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu durumu tam olarak.Elimde imkan olsa Tribeca'ya bile gideceğim.Hatta keşke şu yazdıklarımı festival bünyesinde çalışan yetkili biri okusa da bana acıyıp beni orada işe alsa.
İstanbul Film Festivali,akabinde Cannes..Bu aralar kendimi sanata doymuş hissedeceğim her ne kadar gidemesem de. (Aslında buraya üzgün surat işareti koymak istiyorum)
Hoşçakalın,dostça kalın,festivallere gereken ilgiyi gösterin diyorum.

13 Mart 2013 Çarşamba

Muhteşem Festival.. (Zelda'ya sevgilerle.)

   Film festivallerini uzun yıllardır takip etmeye çalışırım.Her ne  kadar festivalde gösterilen filmlerin çoğunu izleyemesem de,bir gün mutlaka  izleyeceğimden eminim çünkü benim film listem var.Evet,film listesi.2006 yılından bu yana tuttuğum bir liste bu.İzlemek isteyip de izleyemediğim filmleri tek tek yazarım oraya.İzledikçe de silerim büyük bir heyecanla.Karmakarışık bir liste.En son Soysuzlar Çetesi'ni sildim.Festival filmleri de oldukça kabarık bir yer tutuyor fakat sanıyorum3  yıl önceydi,Yumurta'yı izlemiştim.Semih Kaplanoğlu'nun üçlemesi olan hani.Güzel film,güzel olmasına ancak söylemem gerek ki çok sıkılmıştım.Özellikle Nejat İşler'in bir  yürüyüş sahnesi vardı ki o sahneyi hızlandırmıştım.Sanırım Türk filmleri festivallerde kallavi bir sanat anlayışı içeriyor.Cannes'da ya da Altın Ayı'da yarışan filmleri daha zevkle izleyebiliyorum,kendi adıma.Sakın yanlış anlaşılmasın Türk Film Festivallerini kötülediğim yok aksine oldukça sanat dolu filmler olduğu için çok düşünce gerektiriyor ve açıkcası yoruluyorum düşünmekten.Film dediğin düşündürücü olur elbette ama biraz da zevk almalı insan.Yineliyorum,bana göre.
    Ne anlatacaktım,konu nereye geldi.Bu yıl 66.sı düzenlenecek olan Cannes Film Festivali'nin açılış filmi belli olmuş.Biraz önce okudum internette ve hemen bu yazıyı yazmaya koyuldum.Muhteşem Gatsby! Ne kadar sevindiğimi inanın tarif edemem.Hayır,Cannes'a gitmeyeceğim -gidemeyeceğim,öyle bir şansım yok- ya da filmin yapım aşamasında da bulunmadım ve hatta bundan elime bir şey de geçmeyecek ama inanın fena halde sevindim.Çünkü Muhteşem Gatsby,benim hayatlarını merakla irdelediğim Scott ve Zelda Fitzgerald demek.Çünkü Muhteşem Gatsby ,Zelda demek.Eğer kendilerini tanımıyor iseniz size şu linki verebilirim.
http://kitap.milliyet.com.tr/kendini-insa-eden-adam/kitap/haberdetay/05.01.2011/1335305/default.htm
Hatta bence bu linkle kalmayın,biraz daha inceleyin,özellikle Woody Allen'ın Midnight in Paris'ini de izleyin derim.
   
     Geçen yıl açılışı Marilyn'in elinde pasta tutan o harika resmi ile ve Moonrise Kingdom filminin gösterimiyle yapmışlardı.Fakat öyle hissediyorum ki bu yıl daha farklı geçecek.Bunda açılış filminin kendi adıma payı büyük.Gerçekten oldukça sevindim.Keşke imkanım olsa da mayıs ayında ,hem de böylesine güzel bir ayda gidebilsem Cannes'a.Ama daha çok sevindiğim bir şey daha var,film festivalle birlikte aynı gün sinemalarda da gösterime girecek.Kaçmaz,kaçırmamalıyım.Yoksa Zelda'nın ruhu gibi acı çekerim.Filmin başrollerinde Leonardo di Caprio ve An Education'dan tanıdığım Carey Mulligan var.Son bir ayrıntı,filmin yönetmeni Moulin Rouge'u da yöneten Baz Luhrmann.Başka bir şey yazmama sanırım gerek kalmadı.Hadi gel mayıs,hadi gelin Scott ve Zelda diyorum.Hoşçakalın.

22 Şubat 2013 Cuma

Yine bir oyun yarım kaldı.



     Merhabalar.Yarım kalan hevesim ve ben güzel bir güne başladık hatta öğleni bulduk.4 gün öncesinden yarını iple çekiyordum.2 ay olmuştu tiyatroya gitmeyeli ve tiyatro benim için nefes almak,moral depolamak demek ise düşünün halimi.Nihayet yarın yaklaştı,yaklaştı,hazırlıklarım bugünden başladı.Sanki devlet tiyatrosuna değil de Çırağan'da düğüne gidiyorum,öyle bir hazırlık,hem bedenimde hem ruhumda.Ve Görkem aradı,'oyun iptal'.
     2yıl önce Muhsin Ertuğrul'da Romeo&Juliet'e yer ayırttırdık bir arkadaşımla.Koşa koşa seve seve gittik.Yeni oyuncular tanıdım,Ece Özdikici'ye hayran kaldım.Hem ,Muhsin Ertuğrul'da gittiğim ilk oyundu,hem kar yağıyordu hem akşamdı..Daha ne olsundu.Oyun başladı,yerimiz güzel,sahne müthiş,oyuncular fevkalade idi.Derken,oyunun yarısında Hikmet Körmükçü ve Mert Turak sahneye çıkıp, 'özür dileriz hepinizden,oyunumuzu burada kesmek zorundayız çünkü Juliet'i oynayan arkadaşımız Ece rahatsızlandı,zaten iyi değildi fakat buraya kadar zor dayandı ve şu anda da içeride istifra ediyor,o derece kötü,lütfen bağışlayın,çok teşekkürler geldiğiniz için.' dediler.
Tabii ki ilk başta ben de dahil olmak üzere herkes bunu oyunun bir parçası sandı.Yani herkesten kastım en azından benim içinde bulunduğum grup oyunu burada kesmek zorundayız lafını duyunca herhalde arada başka bir şeyler anlatılacak tarzında düşüncelere kapıldık.Konuşmanın sonlarına doğru farkettik durumun ciddiyetini.Daha sonra bize yakın oturan bir doktor içeri koştu ilk müdahale baabında ve denildi ki mide kanaması geçiriyormuş yetenekli oyuncu.Üzüldük fakat kısmet mi denir ne denirse artık mecburen geri döndük.Kursağımda kaldı o oyun çünkü o oyun o kadar güzeldi ki özellikle rahatsızlanan Ece Özdikici,sizi temin ederim zerre belirti göstermedi.Zerre kadar yansıtmadı.Şok olmamız da bu yüzdendi.Kızcağız 5 dakika önce zıp zıp zıplıyordu sahnede.Gerçekten profesyonellik bu olsa gerek.
         Bu nedenle bilirim zevkle izlenen yahut da izlemek üzere koşullanılan bir oyunun yarım kalması nasıl hevesi kursakta bırakır. Ve bu bilgim perçinleşti bugün. (Aslında buraya üzgün surat işareti koymak istiyorum) Yağmur Durduğunda oyununa yer ayırttık 2 arkadaşımla.Heyecanlandık,en son Çirkin'e gitmiştim bunu daha önce de yazmıştım zaten ve şimdiye dek izlediğim en güzel oyunlardan biriydi.Eminim,yağmur durduğunda da öyle bir oyun.Ki yorumları öyle gösteriyor.Heyecanımı twittera da yazdım,hatta oyunun 2 oyucusu da rt yaptı artık düşünün heyecanımı. (Buraya da gülen surat işareti koymak istiyorum) Lakin ,oyunu organize eden arkadaşım Görkem aradı ve ona mail geldiğini,oyunculardan birinin rahatsızlığı nedeni ile oyunun iptal edildiğini söyledi.Girdim Devlet Tiyatrolarının sitesine ,doğruydu.Öyleymiş.Yine bir heves kursakta kaldı.Onun yerine önerilen oyun pek ilgimizi çekmedi.Eminim o da güzeldir ama biz yağmur durduğunda için heveslenmiştik.Kısmet.Sanırım mart ayında bize en yakın olan sahnede yok o oyun.Ve yine sanırım o oyuna gidemeyeceğiz ,belki seneye yine oynarsa o zaman..Ama kim bilir.

     Ve son olarak demem o ki,zaten güncel hayatımda yeterince hayal kırıklığı yaşar iken - ki şunu kesinlikle belirtmeliyim,bunlar için kimseyi suçlayamam yani oyun için,oyuncu da neticede insan ve olabilir doğaldır hatta Allah şifa versin,katiyen lafım yok,benim lafım genel olarak kırık hayaller bulvarı green day şarkısı gibi- bir de işte o hevesle beklediğim oyunun iptal olması..Hep mi beni bulur yarım kalan işler,oyunlar,aşklar of aman. (Buraya nasıl bir surat koyacağımı siz düşünün) Gönül isterdi ki buraya oyunun notlarını,güzelliklerini,etkilendiklerimi ,oyuncuların performanslarını yazayım fakat mecburen oyunsuzluğu yazdım.Herşey kısmet.
Hoşçakalın.