27 Şubat 2015 Cuma

Mommy


Hiperaktivite ebeveynleri zorlayan bir durum.Kimse,çocuğunun bu rahatsızlıkla baş etmesini istemez fakat radyasyon nesli çocuklarının her 10’da 7’si bu duruma maruz kalıyor.
 Sinemanın dahi çocuğu Xavier Dolan,Mommy filminde bu konuyu ele alıyor.
Filmin baş karakteri Steve,hiperaktif olduğu kadar kişilik bozukluğu yaşayan bir çocuk.
Filmlerinde genel olarak ‘anne’ ve ‘annelik’ kavramına değinen genç yönetmen,Tom Çiftlikte,Annemi Öldürdüm filmlerinde olduğu gibi,2014 Canes Film Festivali’nde altın palmiyeye aday gösterilen ve jüri ödülü alan son filmi Mommy’de annelik olgusu  üzerine odaklanıyor.

Diane (Die) Despres,kocası 3 yıl önce ölmüş ve ergenlik çağındaki oğlu ıslahevinde olan genç ve çaresiz bir anne.Film,Despres’in oğlu Steve’i ıslahevinden çıkardığı ,daha doğrusu çıkarmak zorunda olduğu sahne ile başlıyor.Despres,oğluyla her ne kadar uğraşmak istemese de,Steve, eve döndüğü için mutluluktan uçuyor.Hoş,Steve her daim ‘uçuk’ durumda zaten.
Despres,yalnız yaşamaya alışmış kadın tavrı sergiliyor,biraz vurdumduymaz bir anne.Öyle ki,oğlunu ıslahevinden almaya gittiğinde bile ağzından sakız eksik olmuyor.
Film boyunca tanıdığımız iki komşusu var,biri hemen karşı evlerinde oturan bir aile.Sonlara doğru ufak da bir kızları olduğunu öğreniyoruz.Komşuları,film boyunca sadece kapıdan yarısını görebildiğimiz bir adam  ve konuşma zorluğu çeken (kekeme),genç  ve gizemli bir kadın.Gizemli olmasa Steve’in dikkatini nasıl çekerdi?
Diğer komşusu ise ilerleyen sahnelerde Steve’in annesinin başına açtığı derdi kapatmak için uğraşan ve fakat yine hiperaktif ve ‘sorunlu’ çocuk Steve’in vesilesi ile küfürü basarak o aileden uzaklaşan bir avukat.
 Despres,eve dönen oğlu ile kah laf dalaşına giriyor,kah birlik içine giriyor.Bazen anne-oğula göre biraz fazla kaçan (ki o da yine yaramaz ergen Steve’in yüzünden) danslar ediyor,bazen ise evi başlarına geçirecek derece kavga ediyor..Tüm bunlara rağmen değişmeyen tek şey ise Steve’in insanı çıldırtan ,kimi yerde güldüren enerjisi!

En şiddetli ,tabir-i cazise Steve’in delirdiği,duvarları yumrukladığı kavgada gizemli komşu koşup Steve’in yaralarını sarıyor.Ve işte o zaman anlıyoruz ki,Steve  ve komşusu arasında itiraf edilmeyecek bir yakınlık başlıyor.
Akşam yemekleri,piknikler,Despres işlerini hallederken komşuya emanet edilen Steve,ders çalışma esnasında aralarında aniden gelişen  gerginlik,sonu ‘selfie’ye bağlanan uyum..
Sürekli git-gel’lerin yaşandığı bir film Mommy.

Filmin 1:1 boyutunda çekilmesi filmi farklı bir havaya bürüse de,Steve’in kendini en özgür hissetiği sahnelerden birinde yönetmen de baş karakter gibi yaramazlığını gösterip,Steve’in  elleriyle kamerayı normal boyutuna getiriyor.Yalnızca bir sürelik..

Film 2 saat 18 dakika.Son 18-20 dakikası gereksiz diyaloglardan olşuyor.Başından beri güzel bir tempoda giden film,sonlarına doğru ‘bitse de olurdu burada’ hissi doğuruyor.

Ayrıca,her filminde kendine az-çok rol veren Xavier Dolan,Mommy’de de yapacağını yapıyor ve neredeyse tüm izleyicilerin en duygulandığı sahnede kendine yer biçiyor.Fakat o sahne de,mutlu geçen bir piknik sonrası yağmurla eve dönerken,araba camından süzülen gözyaşımsı yağmur damlası gibi acıyla son buluyor.
Film genelde güzel giderken,bitiminde çoğu soru havada kalıyor.Ne idiğü belirsiz  komşunun çözülmeyen gizemi,(ki bence burası büyük boşluk) yanıtlanmazken,genç komşu ve Steve arasında cinsel bir çekimin bariz gösterilip devamının gelmemesi,gereksiz son sahneler ,boş diyaloglar da bazı şeylerin havada kalmasına ve filmden ‘keşke bunlar olmasaydı 10 numara olurdu’ düşünceleri ile ayrılmamıza sebep oluyor.


Beklenen son,Lana Del Rey’in Born to Die şarkısı  ile son derece sanatsal biterken, yönetmenin bu şarkıyı seçmesindeki ‘DİE’ vurgusu bize uzaktan göz kırpıyor.
Ve her ne kadar umut etsek de,7’sinde ne ise insan 70’inde de öyle kalıyor.


BEFORE I GO TO SLEEP



   İngiliz yazar  S.J. Watson’un,haftalarca NY TİMES çok satanlar listesinde yer alan,aynı adlı polisiye-gerilim türü romanından uyarlanan film,40’lı yaşlarda gizemli bir sebepten dolayı hafızasını kaybetmiş bir kadının gerçeği arama öyküsünü yansıtmaya çalışıyor.
Christine her sabah yatağında,kendi hayatına yabancı olarak uyanan bir kadındır.Geçmişini ona hatırlatmak için yardım eden kocası Ben ve kocasından gizli haberleştiği doktor Nash’in arasında kalmış ve kendini bulma sürecinde her ikisine de olan güvenini yitirmiş biri.
Rowen Joffe yönetmenliğinde,başrollerini Nicole Kidman ve Colin Firth’ün paylaştığı Before I Go To Sleep,senaryodaki eksiklikler,bir çok şeyin hızlıca geçiştirilmesi ve havada kalan olaylar neticesinde izleyiciyi çok tatmin edemese de,filmin başından sonuna dek gerilimini koruyan bir yapım.

Ben (Colin Firth), her gün Christine’e (Nicole Kidman) kim olduğunu,başına neler geldiğini,neden bu hatırlamama sorununu yaşadığını bıkmadan anlatmakla yükümlü,karısına  sevgiyle bağlı olan özverili eş izlenimini yaratıyor. Banyo duvarına yapıştırdığı fotoğraflarda,karısı ile olan mutlu birliktelikleri ve evlilikleri,izleyenlere Ben karakterinin,eşine bu zorlu süreçte  yardım etmeye çalıştığını gözler önüne serse de,Ben işe gittikten sonra her gün belirli bir saatte Christine’i arayan Dr.Nash’in yönlendirmesi ile ortaya çıkan kamera kayıtlarında,Christine’in bir gece önce kaydettiği : ‘O geliyor.. Kapatmalıyım!’ sözüyle bir anda film boyunca ‘şüpheli eş’ konumuna düşüyor.

Dr.Nash’in tavsiyesi ile her gece uyumadan önce o gün öğrendiklerine dair bilgileri videoya çeken Christine,her sabah bu videoları izleyip önemli parçaları birleştirmeye başlıyor.İzleyenler de Christine ile birlikte bu gerilimli sürece dahil oluyor.
Christine aslında Ben’in ona söylediği gibi kaza geçirmemiş,biri tarafından öldürülmeye çalışılmıştır.Peki Ben bunu neden saklıyordur? Bir oğlu vardır ve en yakın arkadaşı onu bu sürecinde terk etmiştir..
Film,Christine’in bu sorulara dair her gün edindiği cevaplarla birlikte izleyiciyi gerilimli bir şekilde kilit sona ulaştırmayı hedeflese de,özellikle Christine ve Dr.Nash’in sahnelerinde gereksiz gerilim yaratma unsuru ön plana çıkıyor ve yine bu sahnelerde senaryodaki eksiklikler kendini belli ediyor.Christine ve Dr.Nash’in arasındaki ilişkide sonu belirlenmeyen detaylar,film bitiminde, izleyicide ‘peki ne oldu şimdi?’ düşüncesini ister istemez doğuruyor.
Sanki bir şeyler hızlıca anlatılmak istenmiş  ve bu da bol gerilimli sahnelerle yapılmış hissi uyandıran bir film Before I Go To Sleep.
Evet,bir gerilim yaratıldığı apaçık.Filmin başından sonuna dek gerilimli sahneler izleyenleri canlı tutarken,dikkatlerin Ben’in üzerinde yoğunlaşması tedirginliği arttırıyor.Filmin sonlarına doğru yavaş yavaş kendini belli ettiği sahnelerde ise gerilim tavan yapıyor..
Fakat  boşlukta kalan,geçiştirilmiş diyaloglar ve sahneler izleyecinin filmden tatminsiz ayrılmasına sebebiyet veriyor.

Her ikisi de Akademi ödüllü olan Nicole Kidman ve Colin Firth’ün  sergilediği performans takdire şayan.
 S.J. Watson’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmde,bazı sahnelerdeki geçiştirmeler dolayısıyla havada kalan
kimi yerler,filmi üstün bir başarıya ne yazık kı taşıyamıyor.Bu da,bazı edebi eserlerin filme uyarlanması sonucu oluşan,etkinliğini yitirme konusunu bir kez daha gözler önüne seriyor.


Oyunculuklar ve gerilimli kurgusu bakımından,özellikle gerilim türü film severler tarafından izlenesi bir film.
Kısa süresi de,izleyicinin filmden çok da sıkılmadan ayrılmasına sebebiyet veriyor.
Ayrıca benzer tür filmlerde rastladığımız Nicole Kidman’ın aksine,gerilim  filmlerinde seyretmeye alışık olmadığımız Colin Firth’ün aslında bu tarz rollerin nasıl da üstesinden gelebildiğini görmek  için bile izlemeye değer.

3 Ocak 2015 Cumartesi

Derviş Zaim Söyleşisi.

"Yapmak istediklerimi yapabilmek için kendi göbeğimi kendim kesmek zorunda olduğumu anladım."
Derviş Zaim.''
  Eyüp Belediyesi ve Filmarası dergisi ortaklığıyla,
İrfan Sineması Cafer Paşa Medresesi'nde yapılan
Derviş Zaim söyleşisindeydim dün akşam.
Tabutta Rövaşata,Gölgeler ve Suretler,Filler ve Çimen,Çamur,Cenneti Beklerken,Nokta,
Devir ve son olarak Balık filminin yönetmenliğini yapan Zaim'le harika geçen bir buçuk saatin
ardından,kendisine yeniden ve katbekat hayran olarak ayrıldım söyleşiden.
   Söyleşi,Filmarası Dergisi'nin Trt için yapılan sinema programlardan birinde
Derviş Zaim'e ayrılan kısa bir gösterimle başladı.Kıbrıs'lı yönetmenin filmlerinden
 çarpıcı sahneler,önemli vurgular ve yönetmenin aldığı ödüller hakkında söyleşiye
katılanlara bir nevi bilgilendirme yapıldı.Söyleşiye ilgi oldukça fazlaydı.Öyle ki,
ayakta dinlemek zorunda kalanlar bile oldu.Bu da elbette sinemaya ve sanata
verilen önem açısından oldukça sevindirici.En azından benim açımdan.
Söyleşi,Filmarası dergisi yayın yönetmeni Suat Köçer moderatörlüğünde başlarken,
ilerleyen dakikalarda dinleyiciler de Derviş Zaim'e sorularını yöneltmeye başladılar.
Tüm soruları anlayışla ve açıkça yanıtlayan ünlü yönetmen,hayatına ve iç dünyasına,
yapmak istediklerine ve yapacaklarına dair samimi açıklamalarda bulundu.Sinemayla,
bilhassa Derviş Zaim filmleriyle ilgilenenlerin son derece zengin bilgilerle ayrıldığı,
katılmayanların ise çok şey kaçırdığı bir söyleşi oldu.
Söyleşi boyunca,Derviş Zaim'in hayatına ve sinemaya bakış açısına,aklından geçenlere dair
aldığım ufak notlarla devam etmek istiyorum.
Adeta edebiyat ve sinema iç içeydi.
Bu etkinliğe katılabildiğim için kendimi son derece şanslı ve mutlu hissediyorum.

''Kendimi anlatmaya gayret ederek,başkalarını anlatmaya çalışıyorum.''
''Türk sinemasında Cemil Meriç gibi biri olsaydı ve bayrağı ondan alsaydım çok daha farklı
yerlere gidebilirdim.''
''Benim soframdan bir yemeği beraber paylaşalım düşüncesiyle üretmeye bakıyorum.''
''Yapmaya çalıştıklarımdan bir tanesi de,insan ruhunu zenginleştirmeye çalışmak.''
''Yapmak istediklerimi yapmak için kendi göbeğimi kendim kesmek zorunda kaldım.''
''İnsanın derdi bir yandan da aslında dermanı olabilir.''
''Türk sinemasında örnek aldığım bir baba göremiyorum.''
''Yılmaz Güney'in sevdiğim filmleri var,sevmediğim filmleri var,görmeye tahammül
 dahi edemediğim filmleri de var..''


Yönetmen,sektördeki huzursuzluğunu da açıkça dile getirirken,ülkemizde sinema
yapmak için bel altı espriler ve küfürlerin daha ön planda olmasından duyduğu
 rahatsızlığı da belirtmeden geçemedi.
Öznel bir yorum yapmam gerekiyor burada,kendisine son derece katılıyorum.

Derviş Zaim'e yöneltilen soruların ciddiyeti yönetmenin bizlerle derin bir sohbet
yapmasına olanak sağlarken,filmlerini izlerken hep merak ettiğim soruyu da kendisine
sorma şansım oldu.

Filmlerinde kendine de rol veren ve bu ufak rollerde bile rolünün son derece hakkını veren
 yönetmene,böyle bir yola neden başvurduğunu sorduğumda,verdiği yanıt başta yönetmen
 olmak üzere hepimizi güldürdü.
'Oyuncu bulamıyorum,yoksa oyunculuk yapmak gibi bir hevesim yok' diyen yönetmene
 bana verdiği içten cevap için,hatta bir sonraki filmine ait ufak bir ayrıntıyı da
 benimle paylaştığı için bu yazıyı yazarken yeniden teşekkür etmek istiyorum.
Ayrıca bu harika akşamı hazırlayan Filmarası dergi ekibine de teşekkür iletmeden olmaz.


Ve söyleşiden bir fotoğraf..