Kendisi Tophane'de,Tophane-i Amire'nin 250 metre ilerisinde bulunmaktadır.Muhteşem sergilere ev sahipliği yapmaktadır.Burada İstanbul Modern'den bahsetmeyeceğim,zaten bilen bilir.Yalnız şu muhteşem fotoğrafları koymasaydım gece uyuyamazdım.. Harika değiller mi ama? Portekizlilerin şemsiye dolu gökyüzüne 10 basar mı? Bence basar. Tabii açık havada olması daha da güzel olurdu ama yine de şemsiyelerden daha hoş bir manzara.(Emine Şen'in tabiri ile) ''Kitaplar düşsün kafamıza kafamıza..''
28 Şubat 2014 Cuma
24 Şubat 2014 Pazartesi
Mavi En Sıcak Renktir.
2013 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye alan bir filmden söz edeceğim.Biliyorum oldukça geç,2014 Cannes'ın başlamasına 3 ay kaldı.Fakat geç olmasındansa,hiç olmaması daha iyidir.
Söylenilenlere göre Cannes Festivali,tarihinde ilk kez LGBT temalı bir filme ödül vermiş.Araştırmadım bizzat,araştırmaya da gerek duymadım. Orijinal ismi ''La Vie d'Adele'',yani Adele'in hayatı. Orijinal isminden de anlaşılacağı gibi,Adele isimli bir genç kız söz konusu.Ve işin tuhaf yanı,Adele'i oynayan oyuncunun gerçek ismi de Adele.Kendisini ilk kez tanıdım,oldukça da genç bir oyuncu.Fakat sizi temin ederim gördüğüm,şimdiye dek izlediğim en doğal oyunculuk sergileyenlerden biri.Filmin konusu,Adele,lise 3.sınıfta cinsel deneyimler yaşamaya başlıyor.Bir erkek arkadaşı ile birlikte oluyor fakat bu olay sonucunda evine dönüp hıçkırıklara boğuluyor.Çünkü karakter,aslında erkeklere ilgi duymadığını sonradan fark edecek. Oldukça da güzel ve gizemli bir kız.Yalnızca erkeklerin değil ,kız arkadaşlarının da ilgisini çeken tipten. Adele Exarchopoulos'u merak edenler için: http://en.wikipedia.org/wiki/Ad%C3%A8le_Exarchopoulos
Bir okul çıkışında kız arkadaşlarından biriyle yaptığı konuşma neticesinde,aniden gelişen öpüşme,Adele'e kimliğini bulma konusunda son noktayı koyuyor.O aslında bir lezbiyen!
Paris'te gece yarısı,Soysuzlar çetesi gibi filmlerden aşina olduğumuz Lea Seydoux ise,filme bizim ülkemizde ismini veren karakteri,Emma'yı oynuyor.Hem de ne oynama!Gerçekten bir karaktere bürünmüş,film boyunca bunu size öyle bir hissettiriyor ki,ara ara bu kadın acaba sahiden de lezbiyen mi diye sormadan duramadım.
Emma'nın Mavi ile ne ilgisi var sorusunun tek cevabı : Emma'nın saçları mavi.
Adele filmin başlarında erkek arkadaşı ile buluşmaya giderken,kalabalık bir yolda Emma ile göz göze geliyor.Emma,Adele'in rüyasına giriyor ve Adele,lezbiyenliğe yatkın olduğunu anladıktan sonra Emma'yı aramaya başlıyor.Nitekim buluyor da.Bir gay cafesinde.
Emma,üniversitede güzel sanatlar okuyan bir karakter.Adele ile birbirlerine inanılmaz bir bağla bağlanıyorlar.
Filmde,sevişme sahneleri de gayet gerçekçi.Hatta gerçek.Bütün hatlarıyla yönetmen her şeyi sergilemiş.Oyuncular da büyük cesaretle oynamış.Fakat konusu o kadar romantik ki,bu sahneler gözünüze anlamlı görünmeye başlıyor bir müddet sonra.
Mavi en sıcak renktir temalı filmde Emma'nın film boyunca saçlarının mavi haliyle kalacağını umardım.Fakat yıllar geçiyor,Adele mezun olup,anaokulunda öğretmenlik yapmaya,Emma ise sergi açma çalışmalarına başlıyor.Fakat Emma artık mavi saçlı değil.
Yıllar geçtikçe,bu tutkulu aşıkların yolları farklı yöne seyiriyor ve burada hep üzülen zavallı,ufak,duygusal ve romantik Adele oluyor.
Genel festival filmlerinin tersine sonu da gayet anlamlı bitiyor.Sıkılabileceğiniz tek şey,filmin 180 dakika olması.Buna itiraz edilmezse,izlenilmesini şiddetle tavsiye ederim.
Söylenilenlere göre Cannes Festivali,tarihinde ilk kez LGBT temalı bir filme ödül vermiş.Araştırmadım bizzat,araştırmaya da gerek duymadım. Orijinal ismi ''La Vie d'Adele'',yani Adele'in hayatı. Orijinal isminden de anlaşılacağı gibi,Adele isimli bir genç kız söz konusu.Ve işin tuhaf yanı,Adele'i oynayan oyuncunun gerçek ismi de Adele.Kendisini ilk kez tanıdım,oldukça da genç bir oyuncu.Fakat sizi temin ederim gördüğüm,şimdiye dek izlediğim en doğal oyunculuk sergileyenlerden biri.Filmin konusu,Adele,lise 3.sınıfta cinsel deneyimler yaşamaya başlıyor.Bir erkek arkadaşı ile birlikte oluyor fakat bu olay sonucunda evine dönüp hıçkırıklara boğuluyor.Çünkü karakter,aslında erkeklere ilgi duymadığını sonradan fark edecek. Oldukça da güzel ve gizemli bir kız.Yalnızca erkeklerin değil ,kız arkadaşlarının da ilgisini çeken tipten. Adele Exarchopoulos'u merak edenler için: http://en.wikipedia.org/wiki/Ad%C3%A8le_Exarchopoulos
Bir okul çıkışında kız arkadaşlarından biriyle yaptığı konuşma neticesinde,aniden gelişen öpüşme,Adele'e kimliğini bulma konusunda son noktayı koyuyor.O aslında bir lezbiyen!
Paris'te gece yarısı,Soysuzlar çetesi gibi filmlerden aşina olduğumuz Lea Seydoux ise,filme bizim ülkemizde ismini veren karakteri,Emma'yı oynuyor.Hem de ne oynama!Gerçekten bir karaktere bürünmüş,film boyunca bunu size öyle bir hissettiriyor ki,ara ara bu kadın acaba sahiden de lezbiyen mi diye sormadan duramadım.
Emma'nın Mavi ile ne ilgisi var sorusunun tek cevabı : Emma'nın saçları mavi.
Adele filmin başlarında erkek arkadaşı ile buluşmaya giderken,kalabalık bir yolda Emma ile göz göze geliyor.Emma,Adele'in rüyasına giriyor ve Adele,lezbiyenliğe yatkın olduğunu anladıktan sonra Emma'yı aramaya başlıyor.Nitekim buluyor da.Bir gay cafesinde.
Emma,üniversitede güzel sanatlar okuyan bir karakter.Adele ile birbirlerine inanılmaz bir bağla bağlanıyorlar.
Filmde,sevişme sahneleri de gayet gerçekçi.Hatta gerçek.Bütün hatlarıyla yönetmen her şeyi sergilemiş.Oyuncular da büyük cesaretle oynamış.Fakat konusu o kadar romantik ki,bu sahneler gözünüze anlamlı görünmeye başlıyor bir müddet sonra.
Mavi en sıcak renktir temalı filmde Emma'nın film boyunca saçlarının mavi haliyle kalacağını umardım.Fakat yıllar geçiyor,Adele mezun olup,anaokulunda öğretmenlik yapmaya,Emma ise sergi açma çalışmalarına başlıyor.Fakat Emma artık mavi saçlı değil.
Yıllar geçtikçe,bu tutkulu aşıkların yolları farklı yöne seyiriyor ve burada hep üzülen zavallı,ufak,duygusal ve romantik Adele oluyor.
Genel festival filmlerinin tersine sonu da gayet anlamlı bitiyor.Sıkılabileceğiniz tek şey,filmin 180 dakika olması.Buna itiraz edilmezse,izlenilmesini şiddetle tavsiye ederim.
18 Şubat 2014 Salı
Livaneli
.......
Gözyaşları içinde kızın dudaklarından ayrıldım,duymayacağını bile bile ona usulca ''Özür dilerim'' dedim.
''Özür dilerim.'' Gerçekten de benliğimin en derin pişmanlığıyla ondan özür dileyerek yataktan çıktım,odama gittim.Koltuğa oturup düşünmeye başladım.Başlangıçta her şey ilginç ve vakit geçirtici bir oyundu.Kızla,kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak,onu şaşırtmak,hayal kırıklığını yansıtan o güzel altdudağını izlemek çok tatlıydı.Birdenbire modern bir Binbir Gece Masalı'nın içinde buluvermiştik kendimizi.Ne var ki kısa sürede efendi ile kölenin rolleri değişmiş ama bunu güç değil,tam tersine güçsüzlük sağlamıştı.Ağır akan su kayayı oymuş,kardelen çiçeği donuk toprağı delip başını çıkarmış,zarafet kabalığı yenmiş,dişilik bir kez daha erkek üzerindeki yumuşak zaferini sessizce ilan etmişti.Ve nihayet o masal prensesinin uyurken dudaklarıma kenetlenen dudakları,en büyük mutluluğum ve en büyük felaketim olmuştu.
Kurbağanın bir öpücükle prense dönüşmesi,yaz ormanlarındaki kayın ağaçlarının serinliği,Olga'nın durgunluğa kapılmadan önceki o ilahi gülüşü,gençlik kahkahaları,''Via Con Me'',işaret parmağımın nasır bağlamış ucu,şaha kalkan atın gökyüzünü kapatan yelesi,anladığım sözcükler,anlamadığım sözcükler,yeryüzünü beyaz bir yorgan gibi kaplayan kar...Hepsi birden,kaybedilen bütün yılları geri getirmek istercesine telaşla çarpan bir yüreğin ritmine eşlik ettiler.
Şafağın kızıl ışıkları,son hikayesini anlatmış,sözlerini ve yüreğini tüketmiş olan Şehrazad'ı oturduğu koltukta buldu.Yine kıpırdamadım.Horozlar ötüyordu.Moskova'daki otelin neşeli horozu gibi değil,bir ayrılık ağıdı söyler gibiydiler.
Güneş yükselmeye başladığında aşağıdan tıkırtılar geldi.Kız kalkmıştı,belki de beni rahatsız etmekten çekinerek hazırlanıyordu.Biraz sonra yalnız sokak kapısından değil,hayatımdan da çıkıp gidecekti ve ben onu bir daha hiç göremeyecektim.
Gitti!
Kardeşimin Hikayesi
Gözyaşları içinde kızın dudaklarından ayrıldım,duymayacağını bile bile ona usulca ''Özür dilerim'' dedim.
''Özür dilerim.'' Gerçekten de benliğimin en derin pişmanlığıyla ondan özür dileyerek yataktan çıktım,odama gittim.Koltuğa oturup düşünmeye başladım.Başlangıçta her şey ilginç ve vakit geçirtici bir oyundu.Kızla,kedinin fareyle oynadığı gibi oynamak,onu şaşırtmak,hayal kırıklığını yansıtan o güzel altdudağını izlemek çok tatlıydı.Birdenbire modern bir Binbir Gece Masalı'nın içinde buluvermiştik kendimizi.Ne var ki kısa sürede efendi ile kölenin rolleri değişmiş ama bunu güç değil,tam tersine güçsüzlük sağlamıştı.Ağır akan su kayayı oymuş,kardelen çiçeği donuk toprağı delip başını çıkarmış,zarafet kabalığı yenmiş,dişilik bir kez daha erkek üzerindeki yumuşak zaferini sessizce ilan etmişti.Ve nihayet o masal prensesinin uyurken dudaklarıma kenetlenen dudakları,en büyük mutluluğum ve en büyük felaketim olmuştu.
Kurbağanın bir öpücükle prense dönüşmesi,yaz ormanlarındaki kayın ağaçlarının serinliği,Olga'nın durgunluğa kapılmadan önceki o ilahi gülüşü,gençlik kahkahaları,''Via Con Me'',işaret parmağımın nasır bağlamış ucu,şaha kalkan atın gökyüzünü kapatan yelesi,anladığım sözcükler,anlamadığım sözcükler,yeryüzünü beyaz bir yorgan gibi kaplayan kar...Hepsi birden,kaybedilen bütün yılları geri getirmek istercesine telaşla çarpan bir yüreğin ritmine eşlik ettiler.
Şafağın kızıl ışıkları,son hikayesini anlatmış,sözlerini ve yüreğini tüketmiş olan Şehrazad'ı oturduğu koltukta buldu.Yine kıpırdamadım.Horozlar ötüyordu.Moskova'daki otelin neşeli horozu gibi değil,bir ayrılık ağıdı söyler gibiydiler.
Güneş yükselmeye başladığında aşağıdan tıkırtılar geldi.Kız kalkmıştı,belki de beni rahatsız etmekten çekinerek hazırlanıyordu.Biraz sonra yalnız sokak kapısından değil,hayatımdan da çıkıp gidecekti ve ben onu bir daha hiç göremeyecektim.
Gitti!
Kardeşimin Hikayesi
6 Şubat 2014 Perşembe
Berlin Uluslararası Film Festivali
Tam da bugün! Berlin Uluslararası Film Festivali,yani Berlinale (http://www.berlinale.de/en/HomePage.html)
bu akşam kapılarını açıyor.10 gün sürecek olan festivalin açılış filmi ise Wes Anderson'a ait olan Büyük Budapeşte Oteli.
Wes Anderson filmleri zaten oldum olası festival havası taşıyor.Evet bu bir öznel yorumdur.Fakat sanmıyorum ki başkaları tersini düşünsün. 2007 yılında yayınladığı kısa filmi Hotel Chevalier'in zaten amaçsızca bitmesi değil mi onu festivallik yapan.Gerçi o kısa filmdi. Lakin yalnız bununla kalınsa iyi,Moonrise Kingdom 2 yıl önce Cannes Film Festivali'nde açılışı yaptı. Bu da ben de şöyle bir düşünce oluşturdu,Wes Anderson'ın tüm filmleri adeta açılış-lık. İstanbul'a 33.İstanbul Film Festivali'nde gelecek olan Büyük Budapeşte Oteli filmi,fragmanı ile bile beni heyecanlandırmaya yetti.Nasıl yetmesin,kimler oynamıyor ki içinde? Ralph Fiennes,Owen Wilson,Jude Law,Adrien Brody ve Edward Norton sadece beşi. Peki ne mi anlatıyor bu film?
1920'lerin Avrupası'nda (Budapeşte) büyük bir otelde yıllardır görev yapan Gustave ile yakın arkadaşı lobi görevlisinin maceralarını.
İstanbul Film Festivali Nisan ayında başlıyor,henüz şubat ayındayız.Ve bu benim için gerçekten işkence. Bu akşam Berlin'de olmayı deli gibi isterdim. İşte size Berlin'in açılış filmi olan Wes Anderson harikasından bazı fotoğraflar:
bu akşam kapılarını açıyor.10 gün sürecek olan festivalin açılış filmi ise Wes Anderson'a ait olan Büyük Budapeşte Oteli.
Wes Anderson filmleri zaten oldum olası festival havası taşıyor.Evet bu bir öznel yorumdur.Fakat sanmıyorum ki başkaları tersini düşünsün. 2007 yılında yayınladığı kısa filmi Hotel Chevalier'in zaten amaçsızca bitmesi değil mi onu festivallik yapan.Gerçi o kısa filmdi. Lakin yalnız bununla kalınsa iyi,Moonrise Kingdom 2 yıl önce Cannes Film Festivali'nde açılışı yaptı. Bu da ben de şöyle bir düşünce oluşturdu,Wes Anderson'ın tüm filmleri adeta açılış-lık. İstanbul'a 33.İstanbul Film Festivali'nde gelecek olan Büyük Budapeşte Oteli filmi,fragmanı ile bile beni heyecanlandırmaya yetti.Nasıl yetmesin,kimler oynamıyor ki içinde? Ralph Fiennes,Owen Wilson,Jude Law,Adrien Brody ve Edward Norton sadece beşi. Peki ne mi anlatıyor bu film?
1920'lerin Avrupası'nda (Budapeşte) büyük bir otelde yıllardır görev yapan Gustave ile yakın arkadaşı lobi görevlisinin maceralarını.
İstanbul Film Festivali Nisan ayında başlıyor,henüz şubat ayındayız.Ve bu benim için gerçekten işkence. Bu akşam Berlin'de olmayı deli gibi isterdim. İşte size Berlin'in açılış filmi olan Wes Anderson harikasından bazı fotoğraflar:
3 Şubat 2014 Pazartesi
Para
Uzun süredir yalnızca çocuk oyunlarını sahneleyen Gaziosmanpaşa Ferih Egemen Sahnesi ,yenilendi,tadilatı bitti ve yeniden tüm oyunlara sahnelerini açtı.
Aslında yenilenmesine yenilenmiş fakat dün oynanan Necip Fazıl eseri Para oyununda,ufak bir talihsizlik yaşandı ve bu da bizde ''demek ki henüz tam olarak yenilenememiş'' izlenimi uyandırdı.Oyun başlar başlamaz bozulan perde,5 dakika uğraşlara rağmen açılamayınca ,tüm izleyenler tekrar fuayeye alındı.10 dakika geçtikten sonra yeniden yerlerimizi aldık.Ve bu kez perde tamamen yoktu.Bu nedenle de aralarda ki geçişlerde sahne karartılmasına rağmen ,dekor değişimlerini görmek oyunun büyüsünü bozdu elbette.Perde arasında ortada bir perde olmadığı için ara boyunca sahneyi izlememiz de cabası.Fakat bu tarz teknik aksaklıklar bir tiyatro sever için engel değil.Neticede henüz izleyiciye açılmış bir sahne,olası kazaları görmezden gelmek gerek.Ayrıca oyun da son derece akıcı ve etkileyici idi.Hal böyle olunca ortada hiçbir kusur kalmıyor.
Bir banka müdürü olan ,aile babasının iş yerinde çevirdiği tabir-i caizse hafif karanlık işler,kendisine bire bir benzeyen bir ayyaşın bulunması neticesinde ört pas edileceğe benzer.Müdürün,şahsına özel bir casusu vardır ve gerek iş arkadaşları gerek ailesi hakkında tüm bilinmeyenleri açığa çıkartmak ve müdüre yağcılık (!) yapmak üzere olan görevini başarıyla yerine getirir.Bir akşam yemeğinde banka müdürü,ailesine tüm varlığını hayır kurumlarına bağışlayacağını bildirir ve tüm ailesi ,başta oğlu ve eşi buna karşı çıkar.Olayı müdürün katibinden duyan kızı ve damadı her ne pahasına olursa babalarının yanında olacağını söyleyerek göz boyamaya çalışırlar.
Çıkan bir karmaşada müdürün öldürüldüğü ortaya atılır fakat aslında ölen müdürün kendisi yerine kullandığı benzeridir.Banka müdür ,yani aile babası ölmediğini ispat etmek ister.Para düşkünü ailesi ise çoktan (1 hafta içinde) mal varlığını paylaşmış ve sosyal statüsüne kaldığı yerden daha güçlü devam etmeye başlamıştır.
Babaları ölmediğini ispat etmek için tüm sırları ortaya dökse de,oğlu,eşi ,kızı,damadı ve hatta kendisi için tuttuğu casusu bile,fırsattan istifade onu öldü sayarak ve bunu utanmazca inkar ederek, babalarına bireylerinin ve bir ailenin paraya olan düşkünlüğünü açıkça sergilerler.
Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı Para oyunu,yine bir Necip Fazıl şiiri ile son buluyor.
Oyunculuklar son derece pürüzsüz.Baş rolde oynayan Aziz Sarvan,tüm özellikleri yerinde donatılmış gerçek bir tiyatro sanatçısı.Oyunu tek başına bile sona kadar götürebilecek yeterlilikte.Onu izlemek tüm izleyiciler için büyük bir keyif olmuştur diye düşünüyorum.
İnsanlık değerlerinin para uğruna nasıl da hiçe sayıldığını izlemek isterseniz,Para oyunu sezon boyunca Şehir Tiyatroları'nda sahneliyor olacak.Bence kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun.
Aslında yenilenmesine yenilenmiş fakat dün oynanan Necip Fazıl eseri Para oyununda,ufak bir talihsizlik yaşandı ve bu da bizde ''demek ki henüz tam olarak yenilenememiş'' izlenimi uyandırdı.Oyun başlar başlamaz bozulan perde,5 dakika uğraşlara rağmen açılamayınca ,tüm izleyenler tekrar fuayeye alındı.10 dakika geçtikten sonra yeniden yerlerimizi aldık.Ve bu kez perde tamamen yoktu.Bu nedenle de aralarda ki geçişlerde sahne karartılmasına rağmen ,dekor değişimlerini görmek oyunun büyüsünü bozdu elbette.Perde arasında ortada bir perde olmadığı için ara boyunca sahneyi izlememiz de cabası.Fakat bu tarz teknik aksaklıklar bir tiyatro sever için engel değil.Neticede henüz izleyiciye açılmış bir sahne,olası kazaları görmezden gelmek gerek.Ayrıca oyun da son derece akıcı ve etkileyici idi.Hal böyle olunca ortada hiçbir kusur kalmıyor.
Bir banka müdürü olan ,aile babasının iş yerinde çevirdiği tabir-i caizse hafif karanlık işler,kendisine bire bir benzeyen bir ayyaşın bulunması neticesinde ört pas edileceğe benzer.Müdürün,şahsına özel bir casusu vardır ve gerek iş arkadaşları gerek ailesi hakkında tüm bilinmeyenleri açığa çıkartmak ve müdüre yağcılık (!) yapmak üzere olan görevini başarıyla yerine getirir.Bir akşam yemeğinde banka müdürü,ailesine tüm varlığını hayır kurumlarına bağışlayacağını bildirir ve tüm ailesi ,başta oğlu ve eşi buna karşı çıkar.Olayı müdürün katibinden duyan kızı ve damadı her ne pahasına olursa babalarının yanında olacağını söyleyerek göz boyamaya çalışırlar.
Çıkan bir karmaşada müdürün öldürüldüğü ortaya atılır fakat aslında ölen müdürün kendisi yerine kullandığı benzeridir.Banka müdür ,yani aile babası ölmediğini ispat etmek ister.Para düşkünü ailesi ise çoktan (1 hafta içinde) mal varlığını paylaşmış ve sosyal statüsüne kaldığı yerden daha güçlü devam etmeye başlamıştır.
Babaları ölmediğini ispat etmek için tüm sırları ortaya dökse de,oğlu,eşi ,kızı,damadı ve hatta kendisi için tuttuğu casusu bile,fırsattan istifade onu öldü sayarak ve bunu utanmazca inkar ederek, babalarına bireylerinin ve bir ailenin paraya olan düşkünlüğünü açıkça sergilerler.
Necip Fazıl Kısakürek'in yazdığı Para oyunu,yine bir Necip Fazıl şiiri ile son buluyor.
Oyunculuklar son derece pürüzsüz.Baş rolde oynayan Aziz Sarvan,tüm özellikleri yerinde donatılmış gerçek bir tiyatro sanatçısı.Oyunu tek başına bile sona kadar götürebilecek yeterlilikte.Onu izlemek tüm izleyiciler için büyük bir keyif olmuştur diye düşünüyorum.
İnsanlık değerlerinin para uğruna nasıl da hiçe sayıldığını izlemek isterseniz,Para oyunu sezon boyunca Şehir Tiyatroları'nda sahneliyor olacak.Bence kesinlikle izlenmesi gereken bir oyun.
Etiketler:
Necip Fazıl Kısakürek,
Para,
Şehir Tiyatoraları
Yer:
İstanbul
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)