16 Eylül 2012 Pazar
The Newsroom
2003 yılından 2010 a kadar sıkı,hatta deli bir cnbc-e izleyici idim.Ben de her Türk ergeni gibi en dolu yıllarımı cnbc-e kafasıyla yaşadım.2010 yılında maalesef iş hayatına atıldım ve birden bire farketmeden uzaklaştım cnbc-e den.Fakat şöyle de bir gerçek var,bizim zamanımızdaki diziler sanki daha mı iyiydi ne? The O.C nin,Gilmore Girls ün,Scrubs ın,Chuck ın,One Tree Hill in,ER ın,X files ın üzerine,Game of Thrones gibi güzel dizileri şimdilerde var olsa da pek iyileri gelmedi sanki,bilemiyorum belki de benim kuruntum.İzlemeyi bıraktığım son 2 yıl içinde The big bang theory ve how i met your mother dışında pek bakmaz olmuştum.Gossip girlü zaten O.C nin çakması olarak görüğüm günden beri bırakmıştım cnbc-e yi,biliyorum hala güzel dizileri var fakat dedim ya uzaklaştım işte bir şekilde.Belki de bunda artık çok popüler olmasının ve kafası bulanık ergenlerin cnbc-e izliyorum diye övünmesinin de payı büyüktür.Bizim zamanımızda cnbc-e izlemek daha farklıydı,daha sakindi.
Ve ne olduysa bu ağustosun ortalarında oldu.O fragmanı izlediğimde nefesim tutuldu.İşte bu dedim! Beni yeniden cnbc-e ye döndürecek dizi olsa olsa bu olur! The newsroomdan bahsediyorum.Eylülü bekledim.Telefonumun hatırlatmasına notlar aldım.Ve nihayet dün akşam 22:00 de oturdum uzun bir aradan sonra (sit-com izlemek için oturduğumu saymazsak) cnbc-e nin karşısına.Hızlı diyalogları olan dizilere oldum olası bayılmışımdır.O hızlı diyaloglar bir de zekice sözlerden oluşuyorsa yeme de yanında yat! Tuttum efendim ben bu diziyi.Haber kanalı,haber spikeri,sanırım duygusal ilişkiler ve daha bir çok olaylar.Resmen nefesimi tuttum izlerken.Eğlenceli de üstelik.Yalnız dikkatimi çeken şey 22:00 de başlayan dizi 23:17 de bitti. 'Cnbc-e ne zamandır dizilerini 1 saatten fazlaya çıkarmış?' diye mesaj attım bir arkadaşıma.İzlemeyeli değişmiş demekki çünkü en uzun dizisi 40 dakikaydı eskiden.21:00 de başlayan dizi 21:50 de biterdi ya da taş çatlasın 22:00 de.Belki de ilk bölüm diye böyle oldu,belki de cnbc-e de artık 40 dakikaya sığdıramaz oldu dizileri.Olsun,neyse.Ben geri döndüm cnbc-e ye,the newsroom sayesinde.Bundan böyle pazarları kapalıyız.
Ha,söylemeden geçemeyeceğim Jim Harper rolündeki oyuncu John Gallagher a da desibeli yüksek övgüler attım içimden.Sanırım ufaktan hoşlandım da.Margaret la da sevgili olurlar kesin ilerleyen bölümlerde demedi demeyin.Şimdilik bu kadar,iyi hafta başları hepinize.The newsroom zekice,akıcı ve oldukça eğlenceli bir dizi.Hemen başlayın derim.
10 Eylül 2012 Pazartesi
Woody nin Paris i.
64.Cannes Fil Festivali'nin açılış filmiymiş Midnight in Paris.Yeni duydum.Oysaki bu film henüz çekim aşamasındayken ilgilenmeye başlamıştım.Gazetede Sarkozy Carla Bruni için setten ayrılmıyor başlıklı bir haber okumuştum 2010 yılında.Woody Allen ın çektiği Owen Wilson ın oynadığı filmin konusu hakkında hiç bir fikir edinememiştim oysaki.Halbuki fisrt lady nin sahnesi o kadar az ki..Keşke bu haberle değil de başka bir haberle ,ne bileyim konusuyla falan aklımda kalsaydı.
Neden izleyemedim şimdiye dek inanın hiç bilmiyorum.Ama ben böyle şeyler için genelde 'kısmet' kelimesini kullanırım.Demek ki şimdi izlemem gerekiyomuş.Size bir sır vereyim mi? Emin olun,herşeyin bir sebebi var :)
Gelelim beni yazmaya itecek kadar heyecanlandıran bu güzel filme.Biliyorum çok geç kalınmış bir yazı fakat belki hala benim gibi farkına varmamış olanlar vardır.
Kahramanımız Gil,nişanlıysa birlikte kısa bir Paris gezisi için bulunur o güzel şehirde.Yazar olmaya çalışan bir yazardır(!) Bir gece nişanlısı ve onun arkadaşlarıyla yemekten ayrıldığında otele gitmek istediğini onlara katılmak istemediğini söyler,taksi de tutmaz,yürümek ister.Ve bu isteği ona muhteşem şeyler getirir.Kaybolur ve akabinde kendini 1940 lı yılların ihtişamlı partilerinden birinde Ernest Hemingway,Scott Fitzgerald,efendime söyleyeyim Pablo Picasso gibi insanların arasında bulur.Serüven devam eder iken kitabını Hemingway a okutma şansı bile bulur.Adrian Brody nin parmakla gösterilecek Salvador Dali performansı ise harikulade dakikalar yaşatır.En azından bende yaşattı.Hayal alemine yaptığı bu soluksuz yolculuğu nedeniyle elbetteki hayatı bambaşka bir yola sürüklenecektir.Senaristin hayal gücüne yazısına kalemine hayran kalmamak mümkün değil.İzlerken Gil i kıskanmamak da..Ah işin bir de Marion Cotillard cilvesi var..
Beni çok eğlendiren,bana yeniden yağmuru sevdiren ve Amerikan edebiyatına ilgi duymamı sağlayan bu filmin önünde saygıyla eğilirken mutlaka herkesin izlemesi gerektiğini söylüyorum.Daha ne diyeyim? Teşekkürler Woody Allen..

Gelelim beni yazmaya itecek kadar heyecanlandıran bu güzel filme.Biliyorum çok geç kalınmış bir yazı fakat belki hala benim gibi farkına varmamış olanlar vardır.
Kahramanımız Gil,nişanlıysa birlikte kısa bir Paris gezisi için bulunur o güzel şehirde.Yazar olmaya çalışan bir yazardır(!) Bir gece nişanlısı ve onun arkadaşlarıyla yemekten ayrıldığında otele gitmek istediğini onlara katılmak istemediğini söyler,taksi de tutmaz,yürümek ister.Ve bu isteği ona muhteşem şeyler getirir.Kaybolur ve akabinde kendini 1940 lı yılların ihtişamlı partilerinden birinde Ernest Hemingway,Scott Fitzgerald,efendime söyleyeyim Pablo Picasso gibi insanların arasında bulur.Serüven devam eder iken kitabını Hemingway a okutma şansı bile bulur.Adrian Brody nin parmakla gösterilecek Salvador Dali performansı ise harikulade dakikalar yaşatır.En azından bende yaşattı.Hayal alemine yaptığı bu soluksuz yolculuğu nedeniyle elbetteki hayatı bambaşka bir yola sürüklenecektir.Senaristin hayal gücüne yazısına kalemine hayran kalmamak mümkün değil.İzlerken Gil i kıskanmamak da..Ah işin bir de Marion Cotillard cilvesi var..
Beni çok eğlendiren,bana yeniden yağmuru sevdiren ve Amerikan edebiyatına ilgi duymamı sağlayan bu filmin önünde saygıyla eğilirken mutlaka herkesin izlemesi gerektiğini söylüyorum.Daha ne diyeyim? Teşekkürler Woody Allen..
8 Eylül 2012 Cumartesi
Barış abi.
İstanbul da yaşıyorsanız ve hala Moda ya,bırakın sahilini caddesini,Moda ya Barış Manço ya ziyarete gitmediyseniz büyük bir hata yapmaktasınız.Öyle sanıyorum ki Barış abiyi herkes sever.Zira sevmeyen var ise duygularından şüphe ederim.Uzun zamandır aklımdaydı Barış abi yi ziyaret etmek.Fakat avrupa yakasında oturduğum için ve bizim deyimimizle karşıya geçmek o muhteşem levent zincirlikuyu trafiğiyle birlikte neredeyse 1 günü aldığı için hep ertelemek zorunda kalmıştım.En nihayetinde vakit yarattım ve Kadıköy Moda ya gittim.Bu Kadıköy e ilk gidişim olmakla birlikte pek de sevdim Moda yı.Sora sora Bağdat bulunur felsefesi eşlik etti o gün bize.Zaten bir hayli de kolaymış.Kime sorsak 'tramvay yolunu takip edin' cevabını aldık.Ki o tramvay yolu bana San Francisco yu da hatırlatmadı desem yalan söylemiş olurum.Bir tek aşağı yolda okyanusumuz eksikti.Belki de ben çok fazla film izliyorum,bilmiyorum.
Modaya vardığımızda tabeleda şunu gördük ve sevinçten zıplamak üzereydim
Kendimizi sokaktan aşağıya verdik ve en fazla 100 adım kadar gitmiştik ki işte karşımızdaydı!
İnternetten araştırdğım için hemen tanıdım evi.İşte burası,geldik dedim ve nedense bunları sessizce söyledim,oysaki daha kapının dışındaydık.İçeri bile girmemiştik oysaki.Saygıdan mı sevgiden mi heyecandan mı hala hatırlamıyorum.
İçeri girdiğimiz andan itibaren fonda çalan Barış abi şarkıları büyüledi bizi.O evdeydik.Barış Manço nun evindeydik.Muhteşem bir duyguydu.
Hemen sağda girişte bizi öldüğü gece masanın üzerine bıraktığı telefonu ve anahtarlığı karşıladı.Hüzün dolu bir yolculuk olacağını o dakika anlamıştım.Ajandasına baktığımda yanındaki not şaşırttı beni. 'Barış Manço asla küçük harf kullanmazdı.' Evet gerçekten de öyleydi.Bütün yazıları büyük harfle yazılmıştı.Takıları,kravatları,elbiseleri,çizmeleri,notaları,yazlık-kışlık bahçe,kurtalan ekspres ,resimler ,ve daha bir sürü şey..
Tarif edilemez.Kesinlikle..
İşte geri kalan kısımlarını da fotoğraflarım anlatsın.Ha,unutmadan,üstelik giriş ücreti oldukça ve oldukça uygun.Gitmeyeni dövüyorlar dedirten cinsten.Öğrenci 3 tl,tam 5 tl.Gidin derim.Üst kata Doğukan Manço nun odasına kurulmuş o ambiyansı ve açık televizyondan aralıksız yayın yapan 7den 77 ye yi bir müddet o evin içinde izleyin derim.Gidin derim.Barış abi ye bir adım daha yaklaşın derim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)