23 Aralık 2012 Pazar

İşin içinde Latin kelimesi var ise ben de varım!


    Ben neden daha önce bundan bahsetmedim ki? Geçen yıl gittiğim enteresan sergiden bahsediyorum.Yani daha doğrusu bahsedeceğim.Aniden gerçekleşen bir eylem olduğundan yitip gitmiş aklımdan.Eski resimlerim arasında gezinir iken hatırladım..
    Nisan ayında tam 1 yıl olacak.Saatlerdir açık olan televizyonda bangır bangır yeni bir sergiyi tanıtıyorlar,dikkatimi çekmiyor,ilgilenmiyorum.Genelde sergiler dikkatimi çeker fakat o an aklım neredeydi hatırlamıyorum.Kafamı şöyle bir kaldırdığımda 'son gün bu pazar' diye geçen alt yazıyla karşılaştım ve algıda seçiciliğim sanki o gün algıda sıçıcılığa dönmüştü,meğerse tanıtılan o sergi latin amerikaya ait bir organizasyonmuş.Latin Amerika'dan Çağdaş Fotoğrafçılık Sergisi..Nasıl olur da kaçırırım böyle güzel bir etkinliği!Hem Latin,hem Amerika,hem çağdaş,hem fotoğrafçılık! Yeme,yanında yat.Ve şansıma tüküreyim ki,- belki de bu Allah'ın önüne fırsat koydum ama ilgilenmedin deme şekliydi- 5 dakika sonra program bitti.Nerede olduğunu,tam olarak ne içerdiğini öğrenemeden hayıflanarak oturdum bilgisayarın başına.Şanslıyız ki elimizin altında dünyanın tüm bilgileri saklı.Teşvikiye de Milli Reasürans Sanat Galerisi'nde sergilendiğini öğrendim,biraz konusunu araştırdım ve farklı ülkelerdeki fotoğrafçıların Latin Amerika daki yoksulluğu fotoğrafladıklarını öğrendim.Şimdi başlıkta da dediğim gibi işin içinde Latin varsa ben de varım felsefesinden yola çıkarak hemen sanat galerisini aradım ve çok şaşıracağım bir bilgi aldım.Sergiye giriş ücretsizdi,evet ücretsiz..Hoş,ücretli olsa da giderdim,bir kova burcu olarak en kutsal görevim aklıma esenleri hemen yapmak çünkü.Bedeli ne olursa..Ve evet,son gün 2 gün sonra,yani pazar günüydü.En yakın arkadaşımı arayarak ona yalvardım yakardım ve ikna ettim.Cumartesi günü iş çıkışı koştur koştur eve geldim,üstümü değiştirdim ve Teşvikiye'nin yolunu tuttum.
    Gittiğimizde belki de son günden 1 gün önce diye bilemiyorum hiç kimse yoktu.Üstelik fotoğraf çekmek de serbestti çünkü gittiğim her etkinlikten kalan bir anım olsun isterim,bundan daha önce de başka bir yazımda bahsetmiş olmalıyım.Belki de pek duyan olmadı çünkü bilboardlarda da hiç rastlamadım,gazetelerde falan.Fakat gayet enteresan ve değişik bir sergiydi.İyi ki de gelmişiz dedik arkadaşımla.Bizden başka kimse olmadığı için de rahat rahat gezindik uzun süre takıldık.Hemen hemen her sergide bulunan misafir defterinin neredeyse boş olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.Böyle şeylere ilgili olduğum için ben de mi var bir tuhaflık yoksa kimse ilgilenmediği için onlar mı tuhaf buna da şaştım kaldım.
   Üzerinden 1 yıl geçmek üzere evet ama bence blogumda bu -pek farkedilmeyen- sergi de olmalıydı.O zamanlar neden yazmamışım hiç hatırlamıyorum,demek ben bile farkedememişim :) Ani bir heyecanla gittiğimizden ve belki de kimse ilgilenmez diye düşündüğümden olsa gerek ama hata yapmışım.Bir daha böyle hatalar yapmamak için kendime not düşerken ; o güzel,sakin,farkedilmeyen ve gittiğim için kendimi mutlu hissettiğim anlardan fotoğraflar gelsin.. Böyle ilginç şeylerin de devamı gelsin :)
                                     







                                            yukarıdaki fotoğraf,içinde yaşam olan bir ev.


10 Aralık 2012 Pazartesi

Çirkin.

   
      İstanbul Devlet Tiyatrosu bu dönem,yine her dönem olduğu gibi birbirinden harika oyunlarla başladı.Başladı dememe bakmayın 2 ay oldu başlayalı fakat ben sezonun ilk oyununa 2 ay rötarlı gittim.Bu yüzden benim için daha yeni başladı.Evime en yakın yer olan Cevahir Sahnesine gittim koşa koşa Çirkin isimli oyun için.Daha önceki işlerinden de tanıdığım Tolga Evren vardı baş rolde.İlk kez izliyordum onu sahnede.Ne kadar da geç kalmışım meğer! Nasıl bir oynamaktır öyle,resmen ellerim acıdı o nu alkışlarken.Diğer oyucular da tabii ki harikaydı.Hepsi birbirinden profesyonel 4 oyuncu..Oyun için zaten söyleyecek söz bulamıyorum.Nasıl anlatsam nasıl yazsam da o güzelliği yaşatabilsem yazımla diye düşündüm durdum başlamadan önce fakat sonra akışına bırakmaya karar verdim.
    Çirkin bir yüze sahip olan Lette'ye daha önce kimse ne denli çirkin olduğundan bahsetmemiştir.Ve gün gelir icat ettiği ürünü tanıtması gerekir fakat patronu çirkinliğinden ötürü tanıtıma onu değil asistan olan Karlman ı göndermek istemektir ve Lette bu sebeple ne kadar çirkin olduğu hususunda düşünmeye başlar daha doğrusu farkındalığı oluşur.Evine,karısına gittiğinde karısı da ona, oldukça komik bir dille ne kadar çirkin olduğundan bahseder ve olaylar gelişir.Lette soluğu estetik cerrahta alır ve yepyeni bir yüze bürünür. Ama ne bürünme! Herkesin onun için delirebileceği bir yüze sahip olmuştur artık,özgüveni tavan yapar,kapısında 1 değil 2 değil tam 25 kadın -ki oyunda bu bir hayli komik bir dille anlatılıyor- bekler,patronu amadesi olur ve daha bir sürü eğlenceli şey.İşler,estetik cerrahın herkesin yüzünü aynı şekilde yaptığını öğrenmekle ve dışarıda  Lette nin yüzüne sahip diğer erkeklerin dolaşması ile tadından yenmez bir hal alıyor.
   Gelelim diğer şeylere,öncelikle ve kesinlikle Tolga Evren in oyunculuğu...Kendisini Van Devlet Tiyatrosunda görev yaparken rol aldığı bir diziyle tanımıştım.Oyunculuğunun mükemmeliği su götürmez bir gerçek ama sahnede izlemek bambaşka.Bu kadar profesyonel olunur ancak! Yazının başında da dediğim gibi diğer oyuncular da elbette öyle ama özellikle oyunun sonlarına doğru asansör aynasında kendi kendine konuşması nasıl çaba harcadığını gözler önüne seriyor ve tüm alkışları hakediyor.Oyun sırasında seyircilerden birinin telefonunun çalmasıyla - ki böyle terbiyesizlikler maalesef hala devam ediyor yani madem tiyatroya geliyorsun bir zahmet kapatıver olmadı sessize al be insan evladı- Tolga Evren in susması ve beklemesi ne kadar da profesyonel olduğunu bir kez daha,bir kez daha açıklıyor..
   Oyunda tüm oyuncuların 2 karakteri birden oynaması şimdiye kadar tiyatroda görüğüm en eğlenceli şeydi.Seyirciyi resmen hayal alemine daldırıyor.Lette nin evde karısı ile konuşurken birden ani bir geçişle ona sulanan 70 lik bayanın yanında oluvermesi yani nasıl anlatsam ki görmeniz gerek,böyle bir oyun izlememiştim daha önce.Nasıl da çaba harcıyor bütün oyuncular inanın izlerken anlayabiliyorsunuz.Şamil Kafkas'ın hem Lette nin arkasından iş çeviren iş arakadaşının hem de yeni Lette ye sulanan 70 lik kadının gay oğlunu oynaması,o aradaki geçişler,hani derler ya eskiler takdire şayan diye işte tam o hesap.Bol kahkaha da cabası.
   Ve beni en etkileyen nokta.. :) Oyunda Tolga Evren yani Lette sahip olduğu yeni yüzle gururlanırken sunum yaptığı insanlara (yani bizlere) sahnenin en kenarından 'Buradan çıkışta içinizden birini bara götüreceğim' dediğinde  salon gülmeye başladı.Tolga Evren yani Lette ise 'gülmeyin,ciddiyim!' diye devam etti.Ve işte o an ben eridim efendim eridim.Ben ben! diye elimi kaldıracaktım ah ahh :) Kendisine hayran olmamak elde değil,ses tonu zaten bir harika.. :)
    Bu oyun hakkında inanın daha sayfalar dolusu yazabilirim fakat sonlandırmam gerekirse oyun bittiğinde tüm salon alkışlarken oyuncuların bir türlü gidememesi çok gönülden bir harekketti.Biz alkışlıyoruz onlar gitmeye yelteniyor sonra dayanamayıp yeniden sahneye dönüp selam veriyorlar sonra biz daha hızlı alkışlıyoruz ve Tolga Evren diğer oyuncuların kollarından tutup,gülerek ve minnetle  yeniden sahneye dönüyorlar ve biz daha da daha da hızlı alkışlıyoruz. Ne kadar da şanslılar tiyatro oyunculuğu gibi muhteşem bir meslekleri oldukları için.
  Gidin,Çirkin i,Tolga Evren i diğer oyuncuları siz de alkışlayın,buna değerler :)

                                 Tiyatroyu çok hem de çok seviyorum!